GÖNÜL ŞEHRİhiç fark ettin mi Handan hiç kimsenin hiçbir zaman ayak basmadığı hiçbir şekilde kirletmediği gönlümün bu; ıssız vadisine sürükledim seni Handan içimin derin uçurumlarından geçirerek dolaştırdım seni bu yolculuğun tehlikelerini korkmadan küçümsedin oysa ben kaç defa ürpermiş, kaç defa kanım donmuş kalbim durur gibi olmuştu buz tutmuş yamaçlarımda açılan çatlakları sakin bir bakışla ölçtün köpükler saçan çağlayanları geçtin geçtin ve göz kırptın sessiz bir davet oldu gözlerin, dönüşü olmayan yollara hoş geldin küçüğüm vakti midir şimdi; dakikalara, saniyelere girmenin evet vaktidir damarlarımda akan kanıma kadar seni işlemenin sabahı görmemiz belki bir asır sürecek, şehrimin ara sokaklarını geceler boyu yürümelerin, hiç bitmeyecek ve ben adımlarında can bulacağım tüm dünya uykuda uyurgezer gibi, hep benim yüreğimde gezecek içime sığdırdığım kâinat, sana meftûn olduğumun farkında olmadan dönecek bana söz ver küçüğüm benden korkuyor musun sevgilim asıl senden korkmalı, gönül sokaklarımda dolaşmanı önlemeli senin çağında hayal gücü en lezzetli yemişleri çürütür senin çağında bir insan hiçbir şeyden yararlanmasını bilemez her şeyi tatmak, ele geçirmek, tüketmek ister sonra da dünya nimetlerinin önemsiz olduğuna şaşıp kalır haydi inan bana, usul usul yürü bir sözün, bir bakışın tarif edilemez bütün zevklerini doğmakta olan bu aşkın ucu bucağı görünmez hiçliklerini birer birer, doya doya tat tutkularına esir olmadan neredeyiz biz bir bak görüyor musun şu ormanımdaki gür ve avare bitkilerin gücünü çalılıklara tokadını patlatıp acı kahkahalar atan rüzgârın eğip büktüğü ağaçların sisli tepelerinde büyük halkalar çizerek süzülen şu kırlangıç sürüsünü görüyor musun her tarafa alçalan ve yükselen şu uğultuyu işitiyor musun ya esaretinden kurtulamamış ruhlar gibi ağlayan ve hıçkıran dereleri doğum sancısının pençesinde inleyen toprağın can çekişini haydi uzat ellerini sevgilim bu eşsiz serenadın gölgesinde dans edelim bilmem kaç defa gece inerken, ay yükselirken, şafak sökerken bir başka sessizlik olan öğle vakitlerinde gökte, havada, her yerde görünmeyen bir mıknatıs gibi aşk denilen bilinmeze itildiğimi hissetmişimdir o anlarda o kadar şiddetli, o kadar güçlü sana bulanırım ki beni kapsayan şu kâinata bulaştırırım seni gecenin mavi tüllerine serpilen şu beyaz yıldızlara bakıp aşkımızın seni ağlattığı hiç olmadı mı Handan onların önünde hiç şiire akmadın mı sonsuz duygular için pek zayıf olan insan sevgisini hep bir noktaya toplamaktan hoşlanır sen de benim gönül penceremden uzatıp başını yıldızlardan birine tutuldun ışıklarının titrek parıltıları içinde sanki âşık bakışlar buldun seni okşayan, gönülden inen ve sana: - ’ümit et, bizden geldin bize döneceksin sana seslenen, seni çağıran biziz...’ diye bir ses duyar gibi oldun o ses esaretten yılmış ruhunun ilahi bir atılışıdır ah bu soğuk! gönül şehrime kar yağıyor Handan bütün tenime zehirli iğnelerini batıran bu derin acı çiçekleri solduran onları ateş gibi yakıp kavuran düşüncenin ta derinliklerine kadar işleyen manevi hastalık her şeyin üzerine beyaz kefenini çeken soğuk gökkuşağı renklerini, suyun akisleri, çiçek tomurcukları genç kızların yatakları üstüne o puslu ve kurşun renkli örtüsünü çeken soğuk soğuk sırlı ıslak kanatlarıyla bedenimi yalıyor seni benden, beni senden bizi insanlardan, insanları bizden uzaklaştırıyor terkedilmiş harabe bir şehir oluyorum ... çık artık bu puslu ve karanlık vadiden çık içimden Handan vakit geç oldu, dönelim küçüğüm ben ıssız, sen taze bahar henüz yolun başındayız.... |
çok zor böyle '' yorulmuş şiir....
emeğinize sağılık..