EL GİBİ
Çırpınırken ona dair soruların kanlı çıkmazında sesi
Dursa Bir kısacık dursa an Görecekti Ruhunu yutan tutulmaların yüzsüz basitliğini Vuracaktı çoktan Kıyımı başlatan gözleri Acı affetmiyordu asla Değdiği yüreği Yurtsuzdu aklı Yüzünde süzülürken dolunayın efsunlu ışığı Uyuyordu diğerleri Geçici ölümlerden daha ağırdı Bu zaman sanrısı tükenişler O’ndan beri sevemiyordu ayın hükmündeki denizleri Evini kaybeden o masaldan çocuklar gibi Eski Ezber Kovulmuştu önce kendinden Yol bulmaya yeminlendiği silik izleri geziyordu Tecrübeli akisleriyle hep tekrar kelimeler Arıyordu elleri amansızca Hayırsız ve vuslatsız ötekinin ellerini Yiyor etinin geçmişi Kemiriyor Takvimsiz kalbinin yüreğini Nasıl öyle gamsız Öyle Sonbahar inkarı Ki sonbaharın kışa dönümüydü aslında düşleri Diğerine öldüğünü biliyordu Kimi aydınlatırdı Mahmur göz bebeklerinin ardına düşen karanlığın Terli görkemi Çoğalışın vuslatında ölmekti niyetin Varabilseydin tenine Duraksamazdın Ki Ölümümdü her istekli nefesin Gitmek Acıtmıyor inan bu kederin saadetini Zaten bin kere öldüm Cehenneminde kalmakmış bitmeyen bedelim Gelip geçiyorsun gözlerimin içinden El gibi Çığlıklar yırtarken kuytularını gecenin Kimsesizce düşüyor göğsüne Örtük kapıların ardında düş cesetleri Bir ağıt gibi titretiyordu içini o bilemediği Bitsin artık yeter Gelmeyenin kederi Saadet YILDIRIM |