ve can...
farzedelim ki bayım mevsimsiz bir şehirde doğmuşuz ne güneşi ne kışı ne de yazı görmüşüz üşümüşüz yanmışız bir avuç içi kadar azmışız belki de küsmüşüz kendimize… tutki şimdi bayım içimde ölü bir yağmur damlası dudaklarımda dolaşıyor eski bir tarihin papatya falları seviyor sevmiyorları toprağımı eşeliyor sancılı bekleyişlerin elleri tanıyorum bu elleri zamanın durağanlığından gelmiş gibi dokundukça kanatıyor geçmişi nasıl dokunursan dokun lakin ne ölüme ne dirime üçüncü bir göz değirme… ve can servetim olmuş kara gözlerindeki ressamlar durmadan seni çiziyorlar bembeyaz duvarlara halicin sularına bu şehrin altını üstüne getiriyoruz ve öteki kıyıya varmadan ölüyor kolunuza yatırdığım umutlar hepsi buydu can birkaç parça kağıt bir bardak çay okyanusa açılacak değildik ya… şimdi konuşmayan dudaklarınızı bilinmeyen lisanınızı kalbimin kapısına asın bayım ve büyük sesler çıkartarak kaçın bu yangından ki ben bile kurtaramam artık sizi olmayan aklımın yangınlarından… elçin... |