HAYDARPAŞA GAR OTELİ (10)
Şirin Martıları,
Dalgakıranı, dost Dalgaları, yeşil Yosun Sakallı yaşlı Dubaları, isli-pisli yağlı, kalın Halat bağlı Döküm Babaları, Gişesi, Rıhtımı, Büfesi ve Tarihi İskelesiyle dünün Haydarpaşa Garı, bugünün İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı. Kabadayı Kapı önü Mermer Alanda Tunçtan bir Heykel Kalın, uzun, kışlık Mahpushane Abasını atmış altına, dayamış Dirseğini bir Sandığa -oda Mermer- Mermer Merdivenler üstünde çapraz Ayaklarını Denize uzatmış ve hafif yana yatmış bir şekilde oturuyor. Makinist Hidayet Torunu Aliye ile İskele Büfesinde Hesabı ödedikten sonra kalktı, Kalabalığı yardı, Heykele ulaştı. O An önünde duran Gözlüklü iyi Giyimli bir Beyi, arkadan gelen biri; "- Haydi Bey İleri! Kaçıracağız Treni." diye öne itti. Gözlüklü, iyi Giyimli Bey çekildi yana ama Mermer Merdivenlerde oturan, Tunçtan Heykele bakan Miyop Gözleri; "- Ben çoktan kaçırdım o Tireni!" dedi; "- Tiren mi Dede?" "- Evet Aliye. Hele ilkin şu üçüncü Kata gidelim ve El Sanatı-Hüner Atölyelerini bir gezelim de... Vakit Kalırsa yine, bineriz bizde, Tuzla’ya kadar eski Hatta giden Nostolajik, yani eski antika Tirene. ÜÇ HİKAYE Haydarpaşa Garı Ana Giriş Kapısı. Kapı yanı, Tepesi yarım yuvar, renkli-vitray bir Pencere var. Ortasında asılı, Güneşe vurulu Alnı bombe Camlı Saatte Zaman onbeş’i gösteriyor. Dalgakıranda Martılar yaman çığlık-çığlığa inip-kalkıyor aman. Kapı ardı geniş bir Salon, yüksek bir Tavan kalın Duvarlar Dal vermiş Tavanın Kamburuna. Ortada sırtlamış surlu-yuvar Kenarları Dantel işlemeli uzun kollu Çini Sütunlar. "Burası Haydarpaşa Garı ikinci Katında 213 Numaralı Oda. Odada; iki Katlı bir Ranza, Naylon Muşambalı Masa, iki Sandalye, eski bir Dolap, Duvarda raf-raf Kitap..." Diyerek eski Günleri hatırladı Makinist Hidayet; "Rıfk Kapıyı vurmadan açmıştı. Girdi içeri; "- Pişşşt!" diye, irkildi Hidayet. Dizinde uyuyan Ali’nin uyanmamsına dikkat ederek; Yumrukladığı Elinin İşaret Parmağıyla "Sus" İşareti yaptı; "- Yeğenim..." Fısıldadı, Ali’yi gösterdi Parmak Ucunu üst Dudağına dokundurdu; "- Sen bu Gece Misafirhanede yat Rıfkı, olurmu? Yarın takaslarız Odaları..." Dediğini hatırladı. YER; Haydarpaşa Kültür ve Sanayi Fuarı. BÖLÜM; El Sanatı-Hüner Atölyesi KONU; Rıfkı, Hidayet ve Hatice’nin Hikayesi. Üçüncü Katta Atölye Önlükleri arkadan bağlı Çocuk Cıvıltıları. Bir Hareket, bir Tılsım, bir Düzen, bir Hayel, Fantazi, renk ve giden-gelen herkesi içine çeken bir Ahenk Minik Eller koşuyor, Eserler yarışıyor onurla. Minik Eller büyük Düşünceleri taşıyor Kafalarda. Minik Eller çocukca, mağrur ve kendini bilir, minik Eller İşinin Ehlidir. Gel, sende ver Ellerini. Hayal-Fantaziye inan! Denemeli, sonunda asi ve yaratıcı olsada İnsan; "- Ben başkayım!" diyebilmeli, setlenmemeli, yenilenmeli, yenmeli. Gel ver Ellerini bana, büyüklerinin gerçek sandığı Ödül, Ceza, Saygı Nasihat-Yasak-Tuzaklarına kanma, Bekleme hala, boş Söz ve Aldatılara, Ver Ellerini, bak; Gün-be-Gün büyüyen Parmaklarına. Yılma, öğren. Aldanma sen, dene, yen, Tecrübe kat, güven, kes-çiz-yapıştır-yarat inan bilge Ellerine. öğren! Şaşırtma, yorma o güzelim Gözlerini, çek Ellerini "uzaktan Komandolu" Televizyon Oyunlarından. Bigisayar Kurgularından. Kendini Fantaziye-Sanata ada, içindeki "Seni" ara, Hey, ver Elini Güzel Şey DEnemek, kendine güvenmek Gerçeği görmek, çocukça bütüne ulaşmayı bilmek. Hayallerde yaşamak. güzel şey. Gel, del Ellerinle oy Kamışı, içine Name koy, üfle, Kaval yap, Ney’le. Kes Ağaçtan Ok-Kılıç-Kalkan, ger Yayını Kirişle. Tut Ellerimi, tutsun beni Ellerin Ağaç Atölyesinde. Döv, incelt, kes, parlat, yapıştır Kat-be-Kat, Sedef gibi iç-içe kat, terbiyele, renkle cilala beni, Deri Atölyesinde. Ellerinle sal Yüzüme Su. üstümde Bitkisel Boya, Safran Kokusu, Parmaklarınla kar beni, karala-tara, Şekil ver Su Yüzüme, Suretimi çek Kağıda konuşsun Ebru. Fırça ucu Resim yapsın Belleğin Gözlerin arapça Şekil katsın kat-be-kat. Ellerin olsun Hattat Yazı Atölyesinde. Bağrımı oysun, Bitkisel Motif koysun içine Ölçsün, biçsin, kessin, diksin Tülbenti Ellerin mühürlesin Tahta Kalıpla beni bassın bana doğasal Boya, Yazmayım ben, Yazma! Yada Çelik Kamış Ucu erimiş Camı üfleyip-Şekil veren Ustaya bak. Eğ Teli, bur İpliği demetle, lif-lif Ağaç yont, rendele. Ör Kamışı, Sazı, Çıtayı Sepetle. Hasır Atölyesinde. Oyalan oynayan minik Ellerini görmek, İplik-Mekik-Düğüm-Gergi-Örnek, Pedal-El-Tarakla ve Ayakla Halı örmek. Kağıt katlamak Gazeteden Şapka, Kesekağıdı, Uçak, Uçurtma yapmak, İp-Tel burmak, Boncuk dizmek, Bilezik-Gerdanlık-Küpe-Takı takmak, güzel Şey çocuklaşmak, ustalaşmak El Sanatı Atölyelerinde güzel, Ellerin Hüner. Şimdi Üçüncü Katta bir Elinde Oklava, diğerinde uzun Kürek Sopası ile Fırıncı Ustası Kapı önünde belirdi; "- Su ile Unu yur, Hamurdan Kurabiye-Pasta-Ekmek pişir, Sofra kur!" dedi. Kapı-karşı-Komşu Seramik Atölyesi Eklesdi; "- Su ile yumuşat,kar Kili-Çamuru sündür-ger, Toprağa Çanak-Çömlek Şekli ver!" dedi ve Hidayet ile Aliye Çömlek Atölyesinin Kapıdan içeri girdii. İçeride Balçık bulanı Tahta Masalar, bir yığın küçük Tabure. Oklava Ezer Kili, levhalar-katlar. Bıçak keser Dilim-Dilim, El Ayası verir Şekile yuvar, Koparır, sıkıştırır-sıkar yuğurur usta minik Parmaklar hünerle, şaplak-şaplak döven, tokatlayan usta Ellerle. Tornacı Ustası, Tabure-Tahta Ayak Tornası, Torna ardı Çocuklar, bir Ayağı sabit Taburede dayalı, üstünde yayılı oturuyor Ustası, tepiyor diğer Ayağı yuvar Tahta Tabanı, Taban dönüyor dolanı-dolanı, veriyor üstteki küçük Tepsiye kolanı. Tepsi üstü Usta Eller serper Su, Usta sarar iki Avuç arası Çamuru, savurur Tornaya vurur, Çamur kıvrılır-kayar dönen Tepsi üstünde yalpalar-da-yalpalar, çalkalanır durur. Tesi ortası Nokta bastırır Çamuru Usta Tecrübe-Ölçü-Karar El Ayası dönen Gubbeyi sım-sıkı mahir Parmaklar merkezleyecek bu Noktayı Usta Ellerinin Sırtı kımıldamayana kadar. Dönüyor Torna, Eller çekiyor Çamuru yukarı-aşşağı, salıp yana yayarak şekil veriyor Usta, Mekan dönüyor yuvar, dönüyor Başım, izliyor Çocuklar, Göz-Kapak-altı Yatakta seyrediyorum Oyunu Düşünceler kayıp-kaybolup gidiyor. Bu ne biçim Uyku? bu ne biçim Rüya! Kulaklarımda uğultu etrafımda Çocuklar. Çamur gibi donuk Hatıralar Çocukl Gözlerde Bayram var. Hidayet uyandı. Ayağa kalktığında yukarı Ranzada iri Yapılı, Kolları Pazulu, geniş Omuzlu Hatice uyuyordu. Aşşağı inen üçgen Gerdanı gerilmişti. Hidayet’in Gözleri Hatice’nin Gömleğine değdi. -bunu hiç faketmemişti- İkinci ve dördüncü Düğme arasından, "- Dan-diki-dan!" -ikincisi açıktı çünki- "- Acaba düğmeleyeyim mi?" diye düşündü. Hatice’nin uyanacağından, Suç üstü yakalanacağından korktu ve vazgeçti. O An masum bir Tomurcuk yeşerdi, Dallandı-Budaklandı Kalbinde; "- Hoşt be!" diye azarladı Hidayet bu Budağı. Bastırdı Dalı yine Yerine, Kalbinin en derinine. Ama suçlu-sevecen Gözleriyle bakmaktanda kendini ala-koyamadı. Kayısı idi... Kayısı kokusu gibi Bahar, Kayısı Derisi turuncu-pembe-bej ve yuvar, bir Duygu, Kayısı Meyvası gibi içi Bal, Şeker tadı, Kayısı... "- Çüşşş!" diyerek Hidayet utandı ve yumdu Gözlerini, çevirdi Başını dışarıya, açarak baktı Marmara’ya. Dışarıda Mermer Taşlıkta tüneyen bir Martı, aradaki Camdan ona baktı. İçeride Çiçeksiz iki Saksı arası düşüncesiz bir çift Göz baktı Martıya. Ama Aklı hala, ikinci ve dördüncü Delik arası yarık, Gömleğin açık Düğmelerindeydi. Süt-beyaz bu yayık Göğüslere Gözleri değdi; "- Pe süphan Allah!" diye tövbeledi. Dindardı, Babası İmamdı. Oda İmam olacaktı ya, -Babası gibi- ama şu Kuran Hocası Topal Hafız olmasa! Körolası orasını-burasını elleyip, okşamasaydı; "- Hoşt be, Köpek olma sende, Topal Hafız gibi!" dedi. Soymamıştı, bir Şeyde olmamıştı. Ağzı leş kokan; "- Maşallah!" hırıltılarıyla yalnızca Pantol üstü okşamıştı-yoklamıştı ötesini-berisini. O Anda Aklına Yüksek Kaldırım-Galata Yolcusu Rıfkı geldi. Tophane Hergelelerine takılmış, Son Vapuru kaçırıp Kuledibi’nde yatmıştı. Karaköy Kerhanesinde Kabadayılık yaptı, dövdüler, Ana-Babasına sövdüler. Polis-Tutuklama-Sorgu, Kefalete Zapten -Hidayet Kefil oldu- kurtardı onu Hapisten; "- Borç Yiğidin Kamçısı, değilmi Emmi?" Kamçı yiye-yiye Borcunuda ödeyemedi tabi. Tekrar İşe aldılar. Bu Sefer üçüncü Kata Temizlikçi. O Gece Rıfkı Üçöncü Katta, Bakıcısı olduğu Misafirhanede boş bir Odada yattı. -Merak bu ya- Ertesi Gün erken indi Odaya, Kapıyı vurdu, açtı Ses çıkmayınca. Ali üst Ranzanın kenarına oturmuştu; "- Demekki Kapıyı vurduğumu duydu bu parlak Oğlan!" Odada Hidayet yoktu; "- Neden Cevap vermiyon lan!" "- Ağzını topla..." "- Sende zahmet ette, cevapla!" Tophanede Kuraldı, Sıraya uymayan Eniği ilkin azarlardı. Sesini yumuşattı; "- Elbisenle yatmışsın." "- sana ne!" diyecekti, sustu; "- Dün Gece yorgundum, kusura bakma." "- Önemli değil! Yorgan-Yatak-Yastık Yüzü bugün değişecek nasılsa... Kaç Yaşındasın?" Bunu hiç düşünmemişti Hatice; "- Sana ne be!" "- Tövbe-tövbe." "- Üstüne Vazife mi?" "- Amcan sayılırım..." "- Karışma!" "- Lafını ayarla..." "- Sende Tonunu!" Ali Sırtını Döndü, Ranzanın Kenarına tutundu ve Bacaklarını aşşağıya saldı. Tabanı arayan Ayak Uçları Baldırlarını gerdi. Rıfkının Gözleri Ali’nin yuvar Kalçalarına değdi. Antenleri; "- Mala bak!" diye Sinyal verdi; Aşşağı sıçrayan Ali’yi; "- Hop-la!" Belinden tutmak istedi. İrkilen Ali kaçtı Kenara; "- Çkil be!" itti; " İyilikte yaramıyor sana!" "- Sulanma!" diyecekti, vazgeçti. Ali Kapıya yakın bir Yere gidince, Rıfkı Konuyu değiştirdi; "- İstersen gel yukarıda yıkan." -genç Delikanlılaru severdi- Ali Cevap vermedi; "- Lüküs Gömme Banyolar var." "Adı oğlancılığa çıkmıştı- Kapı açıldı; "- Merhaba Rıfkı." "- Merhaba Ağam." "- Erken kalkmışsın." "- Ali’yi birde Gündüz Gözüyle göreyim dedim." "- Sinamamı var!" Ali kızmıştı. Rıfkı’nın genç Delikanlılara düşkünlüşünü bilen Hidayet duymamazlıktan gelerek sordu; "- İyi uyudunmu Ali?" "- İyi!" Yüzünden hiçte böyle bir iyilik okunmuyordu; "- Birşey mi var?" der gibi bir Kaşını kaldırdı; "- Havlu?" "- Pardon." Kapı ardı Dolabı açtı, içinden Ambalajlı Sabun ve yeni bir Diş Fırçası çıkardı, Elindeki Diş Macununu temiz bir Havlu ile ona verdi; "- Sen git yıkan, ben Rıfkı ile bir şey konuşcam." "- Peki." dedi Ali, tam çıkmak üzereydi; "- Banyo ve Hela karşıda, soldan üçüncü Oda." Ali çıktı dışarı; "- Ali’den uzak dur Rıfkı!" "- Ama Hidayet Ağa..." "- Ağana-Mağana başlatma!" Rıfkı’nın; "- Kusura bakma..." sına Cevap bile vermeden açtı Kapıyı, çıktı dışarı, Eşikte durdu; "- Kötü olur sonra!" ve Kapıyı Rıfkı’nın Yüzüne vurdu. O ara Dünden beri olanlara hiçbir Anlam veremeyen Ali Yüzünü yıkıyordu Lavaboda; "- Rüya görüyorum herhalde?" diyerek Başını kaldırdı. Aynada yine aynı Rıfkı; "- Yıkanmamışsın?" "- Hı!" "- Duş Kabini iki tane." "- Amcam yıkanıyor birinde." Rıfkı, boş olan diğer Kabinin Perdesini açıp ona; "- Ta-taaa!" diye gösterdi; "- Sen gir!" diye terslenince, Kadın Taklidi yapıp orasını-burasını kırıp, oynatıp; "- Aman be, sende!" diyerek Duşa giren Rıfkı’nın Halini gören Hatice; "- Gördüklerim Rüya değilse, oynatıyorum herhalde?" diye düşündü kendince. Odaya döndüklerinde; "- Rıfkı?" diye Söze başladı Hatice; "- Korkma! Ben yanında oldukça ondan zarar gelmez sana. Ama yinede sen ondan uzak dur!" "- Olur." "- Sen ilkin Karar vermelisin... Gideceğin Yer varsa?" "- Yok Amca." Söz her ikisinide rahatsız edince; "- Yer bulana kadar burada kal, Hatice." gülerek; "- Yani Ali." düzeltti. güldü Ali’de; "- Ama iyi oynamalısın Oyunu." "- Olur." "- Rıfkı, Köyde Kapı Komşumun Oğludur." "- Ya beni tanırsa!" "- Ali Abimin küçük Oğlu, uzak bir Köyde oturur, tanımaz seni, korkma! Köylüm diye onu aldırdım İşe. Ateşçiliği öğrettim. İsteseydi okur, Makinist bilem olurdu..." "- Ne oldu?" Ali Merakla sordu; "- Babası öldü. Tek Çocuk. Anne yalnız kalınca; "- Evi, Bağı, Tarlayı satacam!" diye tutturdu. Araya girdik, ikna ettik. Her Ay 100 Lira Anasına göndermek kaydıyla, Bağı ve Tarlaları sattı, aldı yarı Hakkını İçki-Kumar-Karıda yedi. Biraz Kadın Düşkünü. Ali’yi korkutmamak için kasten Oğlancı demedi; "- Niçin?" "- Ne niçin?" "- Böyle kötü bir İnsansa bu Rıfkı, Odanı paylaşman niçin?" "- Anası Kapı Komşu, Baba uzaktan Akraba. Ben, Abim ve Ablam bakarız Garibana. Baba Yadigarı." "- Ya Rıfkı?" "- Söz verdiği Parayı bile gönderemedi de, Maaşından zorla kesip-gönderttim. Son Zamanlarda kesilecek Parada kalmayınca...." "- Sonra?" "- Ben Gönderiyorum Annasına." Kapı açıldı. Rıfkı içeri girdi., her ikiside irkildi; "- Acaba Kapı ardı, dinlemişmiydi? Gönlünü almak için; "- Kızma Rıfkı." dedi. "- Ali, Abimin Emanetı." "- Yemedik Yeğenini!" diyecekti, vazgeçti; "- Affet Hidayet Ağa, Kusurumu bağışla. Bende Yeğeninim aslımda. Kardeş Sayılırız Ali ile, Abisi yani. Gelmek isterse hani..." Hidayet’in Ses Tonu birden sertleşti; "- İstemez! Senin Yolun başka." dedi ve daha birşey demedi. Ali’ye dönerek; "- Kızım..." diyecekti; -Ha şu kırılası Dili!- "- Kızma..." ya çevirdi; "- Kızma ama Ali, bu Rıfkı ile Dostluk yapma!" "- Ne yaptık ki Hidayet Ağa?" "- Yaptıklarını Genelev Sokağı bilir!" diye düşündü, sustu. Rıfkı Eşyalarını topluyordu; "- Hoşçakal Rıfkı." "- Haydi, eyvallah Ağa." "- Kal Sağlıcakla! Oda değiştirdiğini İdareye bildireceğim. İş Başı alana kadar, Ali’nin Ziyaretçi İznine İhtiyacı var." "- Güle-Güle Ali." Ali Cevap vermedi. HATİCE’NİN HİKAYESİ Akrabalarından biri bir Gece onu kirletmişti. Oda Yozgat’ı terketmişti. Akşamliyin İskele Büfesinde Torunuyla Peynirli Börek yiyen Makinist Hidayet; "- Ah, Ana Gar!" diye içini çekti; "- Bir Kolu Bağdat’a varır, diğeri Tarihe uzanır, Adı Haydarpaşa’dır. Ne Tireni, ne çekeni, nede giden-geleni var şimdi Yar!" dedi. Aliye Dedesinin ne Mırıldandığını anlamadı, Karnı açtı, aldırmadı; "- Bir Diyar düşünki Yar; Ağ gibi Rayla dolu, Sırtında Bağımsızlık Yolu, Adı Anadolu! Bir Orman düşünki sevilecek, bir Orman, bir Ağaç, bir Dal, bir Yaprak, bir Çiçek, her yıl Meyve veren Kökü kesilecek! Bir Gar düşün Aliye’m gayri..." dedi Makinist Hidayet Torununa dönerek; "- Hem Seveni, hem Çekeni, hem Tireni, hemde giden-geleni var, Yar!" "- Efendim?" "- Bir Türkü Aklıma geldi de..." "- Ne dedin Dede?" "- ...eski bir Türkü." içinden; "- ...sadıktır Türküler." ayrılarak Düşünceden; "- Ele vermezler, Severler-seveni. Haydi yediysen Böreğini..." "- Dede, n’olur bir Ayran daha?" "- Aliye’m sana Canım Feda. Garson Kardeşim, bir Ayran Torunuma ve Hesabı getirde lütfen, gidelim; "- Olur Beyim!" . |