İstanbul
İnce ince bir nakıştı küçüklükten gönlüme
yalnız beyaz perdede duyduğum naif sesin nazarım değdi mi sana işte... dem bu dem bir de her damla suda kokladığım nefesin Sahi! Şu yollar tek engeli mi vuslatın? fuzuli misali ben de yanmayı mı seviyorum? aşkım değeri yitirecekse önemi yok fırsatların sanan kavuşmak değil sevmeyi seçiyorum Tütüncüler çarşısı efkarlı bir şair gibi toprağında bitiversem bir yudum su verir mi? bağrında sevdiğinden kalmış olsa da izi nazım hikmet gibi yazabilir mi BİZİ? Aydınlık sabahında açılsam enginlere kız kulesine nazır demlense hatıralar sahilinden tutup ta baksam gözbebeklerine nezdinde bir ben olsam bir de mahzun martılar Nüksediyor sevdam her sabah sessizlikte bir tomurcuksun benimle yeşerip duruyoruz devasa bir imtihan benimki sensizlikle sabahtan mehtaba dek sevişip duruyoruz Biliyorum içimde değilken de benimlesin sana koşan küheylanın seninle kokan terindeyim vapurların düdükleri duyuyorum mutlu sesin biz el ele tutuşmayan iki sevgiliyiz Uydurmuyorum yalan değil sevmek sevilebilirmiş bin dört yüz yıl önce kaderin mühürlendi fatih te aşık olmasa akıbetin betermiş Rumeli’nin saçları da... bana düğümlendi Lal bir dilin bağırdığı bir kaç sessiz seyha sana irşat eden dudaklar öpsün sinemi suri bir tebessümle gözlerim kapansa nihayet ölüm... toprağına karsin beni |