Bir Yusuf MasalıBu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi. Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi. Çeşme var, kurnası murdar yazgım kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi. Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim. Vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık! Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar yola devam ederdim. Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize. Bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık. Oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı: Bir yakış, bir yanış tasarımı beride öte yakada benî âdem her gün küsülü kaldık. Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan artık bu yaşa erdirdin beni, anladım gençken almadın canımı, bilmedim demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher. Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana Yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım Ya Rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde? Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar! Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin! Külden martı doğuran odalıklar ve kâhyalar kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan ey hayat rengini sazendelik sanan yırtlaz kalabalık! Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi hepiniz kulak verin! Güneşin koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği yazlar yok yok artık altında suskun yolları saklı tutan karla örtülmüş kırların kışı gitti giden yerine gelmedi başka biri orada duyumsatmadı kendini hiçlik bile belli ki son yüzyılımız göğsümüzden varla yok harman eden sesi uçursak diye bize verildi yetti bir yüzyıl böceklerde ve otlarda soluyuş izlerimiz silmek için ne yesek lokmaya vurulur gibi değil yuduma gelmiyor içtiklerimiz dernekler toplanıyor dışta tutmak için kanat vuruşlarını yumuşak kılan etkeni utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle kapanıyor bilanço top mermisi, kör testere defalarca boyanmış çaput parçaları sıkıştırdık günlerimiz arasına ki serazat kahkahalar atalım yapmacıktan nefretimiz sebep olsun kavgamıza bekleyiş arzından kovsunlar bizi ne Yemen biraz öncemiz diyelim ne biraz sonramız Meksika. Canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça üstü başı kükürtlü bu dünyadan kancıklık sıçradı çevirdiğimiz sayfalara artık kimse bize haber vermeyecek hemen şu tepenin ardında saldırmaya hazır ve müsellâh bir düşman taburu durduğunu çünkü gerçekten yok böyle bir ordu bir düşmanımız kaldı kendi dudaklarımız arasında. Biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir çırpını çırpını giden atlardan indik girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına zihnimiz acizlerin şikâyeti sığacak kadar kanırtılırken ses etmedik öcümüz alınacak korkusuyla irkildik kaldıysa bir soru içimizde o da bir şey: Nerdedir yerle gök arasındaki ulak nerde biz? Kimseden bir işaret gelmeyecek bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa söylemez kimse size dünyadaki ömrü boyunca hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile öğretmek için cephe nedir kıyam etti torunu kucağında dönünce bütün gövdesiyle döndü bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda bir bilinebilseydi nedir veçhe. Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar! Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden omzunuzdan vaveylâ heybesini atın boşa çıksın reislerin, kâhinlerin, şairlerin kuvveti güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın neydi söğüt gölgesinde gülümsemek ağız dolusu gülmeden taşlıkta. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız yaprakla yağmurun aşkı meselâ kim olsa serpilen coşturuyor bizi imreniyoruz başkalarının mahvına. Yağmur mahvoluyor çarparak Kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur silkiniyor vuran her damlayla. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı ilk önce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını uzak iklimlerin kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz: Bize ait olan ne kadar uzakta! Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil. "Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg’li "içerimde ahlâk yasası". Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa? İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem, girmedim mangalara Yer etmedi adalet duygusu içimde benim çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim. Yıldızlı gökten bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz siz gidin artık düşman dağıldı dedikleri bir anda anlaşılıyor baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız incecik yas dumanı herkese ulaşıyor sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda tek başınayız. Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı hayatımıza kendi aşkımızla başlardık bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine adımı aşkın üzerine kendim yazarım. Oradaydık hepimiz, müheyyâ bekliyorduk salaştı mukadderat, bozulmuş bir nişandı gebe rüzgâr, ihanete uğramış deniz, kerrat cetveli dünyaya sokunmuştuk, dünya hamdı külsüzdü ocak,tellâl çarşısız ağzımız noksandı. Rimbaud’nun haberi yoktu Menelik’ten Nijinski delirmemişti Mahler’in beş yaşındaki kızı ölmemişti daha nehre Haşim annesiyle karanlık geceler bazı çıkardı zonklardı öpülmek için kavlamış dudaklarımız bekliyorduk; alnımızın çatında hepimizin bir çarpı. Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bize verilmemiş birer söz daha hiç çıkılmamış birer iskeleydi bedenlerimiz alnımız birer sayıltı azâlarımız yerli yerine sağlam çakılmamıştı bir çift göz, bir yumruk yürek arasında darma dumandık küşümle kapanırdı yüzümüz çünkü kazınmıştı oraya yekten başkalarına ait bir çarpı. Yaşamak çarpısı derlerdi buna, yaşamak çarpıntısı. Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık? Yokuşu göze almak mı? Niçin? Bir geçit nereye açılmak için gerekli bize? Susmak bilmiyordu tepemizde ses, saklı ve açık: Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene! Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri değil mi ki hepimiz işaretli ve yarım dünyaya sarkık. Ey sökülmüş cep! Ey ıslak yorgan! Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran! Yardım et! Yardım et! Bana ilâh mahvedecek bir uzuv lâzım. Gel çabuk Beni üzüntünün koynunda beklet Orada tohum serpecek kadar Bana zaman tanı. Ve konuş Varsa eğer yazgımızın beş duyusu Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre Çarpayım gözüne bir, kulaklarını çınlatayım hele Uzaktan işmar edip durmasın bana Gelsin bana dokunsun Alnının çatında değil belki Ama bir iriminde aklının kalsın korkum. Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır. Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat Yaylım ateş, bombardıman, güldürücü gaz Şairsin! Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat! Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir, sonuna kadar yaz Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden Hiç deneme Cibril’i düşünmeden Asla yaşayamazsın Seni uçurmazsa yandın Kuşları da uçuran Ey şair! Ey dilenci! Kanatsız, mızmız, sözün köpeği Tiryakilik peşinde geceleri Günün ortasında karmanyolacı. Sana değil Davud’a yaraşıyor sapan Korkun var bölük pörçük Ümidin çatal çatal Baka gör bunların arasından Hangi yer sana ayrılmış Hangi yâre senlik bir şey bırakmış Çalap. Anlat: Bu bir Yusuf masalıdır de Bunu söyle ve fakat Şunu da sor Yusuf’un masalı neden Yusuf’la başlamıyor? Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi Bir Şivekâr varmış, bir gençkız Yusuf yokmuş, cinler Kaçırmış, yazgı Saklamış onu. Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek Ama önce masalı bir Şivekâr Nasıl başlatıyor Bilmek gerek. Genç bir kızla, bir bakireyle başlıyor anlatımız. Çünkü bakirelik, o bir baş dönmesidir Başta gelir, başa gelir, başı yerinden eder Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir Sorguya açık kim derseniz bakirdir, odur bakire Kapağı hiç açılmadıysa kitap Kaş çattırır insana, korku verir Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş Bakiredir. Bırakalım başta kalsın. Gençlik Ve kızlık dursun başında efsanemizin. Şivekâr’la Bir gençkızla başlasın anlatımız Ağlatımız O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an Zaten son erek değil miydi Genç ve kız? Vay anam! Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne. Şivekâr’dı Gezmeye çıkmıştı ikindileyin Evlerinin az ilersindeki koruda Genç kızlar bunu yapar Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin Sürgüsü açılsın diye Hep gezintiye çıkar. Kıştı mevsim. Toprakta kar. Çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili. Avcılar göründü uzaktan Şivekâr avcılara görünmek istemedi Sindi en bildik köşesine çamlığının Kendi yerinden dinledi Fend eden, tuzak kuran, ok atan bu milleti. Avcı bunlar Bir kuş vurdu tezelden Aralarından biri. Nasıldı kuş? Neresinden vurulmuştu? Şivekâr göremedi. Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer Bunu bilmeyecek ne var? Kan düşer. Emilir o kızıl bezek O bembeyaz satıhta. Ossaat "Breh! Hüsnü Yusuf’un yanağı mısın be mübarek!" Deyiverdi bir avcı. Şimdi sezdi Şivekâr saklandığı yerden Avcıların da varmış bir içlisi Bir bilgesi. Kar ve kan. Ak ve kızıl. Bir yüzün suçsuz zemininde Tutkunun canlandırdığı şey. Siması da iması da Yusuf’un Böyleymiş meğer. Kar üstüne düşen kandı Yamandı Bir avcıdan Şivekâr’a ulaşan haber Müjde değildi. Neden bir yavuzluk Bir durulukla beraberdi? Şivekar bunu bilmek istedi Bilmek, bilmek, bilmek istemi Kızda çözdü bütün bağlarını kadîm âlemin Âlem âlemler oldu, cümle âlem gevşedi Kız için artık gevşekti Pekinlik bohçasının hodbin düğümü Haber deriştirdi kızı Soru Dünyayı karman çorman bıraktı önüne Dünyayı, önce onu delmek Yusuf’a varmak gerekti Desem ki kapı açıldı Yalan olur Ama kilidin kalktığı belli. Var idiyse bir kuş Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak Vuruş değil de vuruluş kilidi kırdıysa Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba? Çetrefil, kuşku dolu, yadırgı Ne kadar kendi oldu insan O kadar başka. Sızıyı gideren su. Suyun sızladığını kimseler bilmez. |
"Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez."