"har/p ve turab"gözlerim tutuştu mavi uçurtmaları göğsünden vurdular her nefeste yutkundum çaresizliğimi güvercinlerin kanatlarını kurşunladılar görmedi kimseler kavruldu yüzümde keder astı yüzümün coğrafyasına kendini savruldum toz misali... kucağımda iki can iki yol ayrımı biri acıyı işler tenime biri merhem sürer yaralanmış dilime sürgün vermez kelimeler kurur yatağında göz pınarlarım... ah har’p ve turab... toz duman mahşer akıl çorak elde toprak dilde ağıt göğsünde melânet yaprak yaprak koparıldı takvimlerden merhamet yüreğim zelzele yüreğim doğacak kederlere g’ebe d e r i n d e derinden ceset kokusu a y l a r ı m günlerim hengâmesinde üzerine inşa edilmiş binlerce yıllık gün ve ah... soyuldu gözlerimden gök mazi bilmedi kimseler oysa gök (se)mavi infilak etti kâinatın ağzında insanlık şehirler söküldü kökünden ateşten nidalar çıra geceye ne var ki umut küskün günceye... kan çanağı gözlerden ça(ğ)larken kırk pınar kızıl gelinciklerin cesetlerini topluyorum gölgelerden es salatu ve’s-selâm okundu göklerden gün geceye mayalandı d ’ a y a n d ı rüzgârında kara bulutlar yıkılan kentin dudak kıvrımlarına
-n i t e r a - Sevgili Deniz Uzuner’e teşekkürlerimle... |
Vadiye akın eden at kişnemeleri,
Dökülen gözyaşları ağırlığındaydı hayat .
Objelerden çalınmıştı gök kuşağı renkleri…
Seraba vurulmuştu sıkı prangalar
İçimdeki acıyı nasıl taşırdı,
Kudurgan aklına dört nala koşan at.
Gün parıltısını taşıyan binlerce kılıç,
Kınının özlemine ne olur geri dön,
Nallar toplansın tarihe asılı kanlı hatıralardan…
hOça