KAPLIKAYA BOĞAZINDAN AKAN BUZ GİBİ ŞARKILAR
KAPLIKAYA BOĞAZINDAN AKAN BUZ GİBİ ŞARKILAR
Sanki kollarımdan biri iterek beni uyandırdığında güneş bulutlardan gerilerek bir sabahına daha uyanıyordu.Gün nefes almaya solumaya başladığında alnımdan terler süzülüyordu,ayni sabahın ışıklarını gören ağaçların yaprakları gibi,oksijenin bol olduğu saatler,insan kalabalığının gürültü kirliliğinin egzoz dumanlarının olmadığı sakin saatler İşte sabah ve günün en değerli kısmı ,bitkilerin fotosentez zamanı ,ah o kıymetini bilenlere hizmet veren saatler,Rabbimin en büyük lutfu,ve ben hızla akan zamanların içerisinde fazla uyumak istemiyordum artık Bursa’ya dönecektim ,özlediklerime sarılacaktım,ani bir kalkış yaparak küçük bir valiz hazırladım,harika bir gün olacaktı ,yaprakların terlediği ilk saatlerde hazırlanmaya başladım, Kaplıkaya boğazı rüyama nereden girmişti,aklıma Nüzhet hala geldi,hala sağmıydı?annemin sağ koluydu,annem ameliyat olduğunda azmı bizde kalmıştı,ne güzel kadındı bir taraftan bir dolu işlerimizi görürken haydi bakalım şunları ayıklayında bir an önce pişirelim diye masaya yığdığı bir dolu sebzeler ayıklanırken bize bir dolu hikayeler anlatıp bahçede mis gibi buram buram kokan kızartmalar yapardı eski bir radyoda harika müzikler çalarken hah işte benimki çıktı diyerek radyoyu sonuna kadar açardı ,türk sanat müziği onunla o kadar lezzet bulurdu ki onun sesi of ne güzeldi, Behiye Aksoy o dönemlerde gerek sahnesi gerek aşkları ile bir içim su idi,şu anda bir huzur evinde her şeyden habersiz yatan sanatçı,zamanın en kötü en berbat hastalığı ,alzeimer hastası ah o zamanlar ah o hayat bir dönem altın tacını sunarken , sonrasında geri alacağını ne bilebilirdi Yalıların içinde salınan kadın ,son model arabaların taşıdığı kadın,şimdi maddi zorluklar içerisinde geçmişinden habersiz son günlerini yaşarken hayat her zaman şefkatli davranmıyor diye düşünüyordum Çoktan benim vefalı düldülüme atlamış ,Bursa’ya doğru yol alıyordum,bekle beni Kaplıkaya geliyorum buz gibi sularına ihtiyacım var diye bağırıyordum,sanki Şehzade Mustafa’nın askerleri arasına katılmıştım,bugün fetih günümdü Fidyelerimi almadan dönmeyecektim,Fidyekızık beni görünce sevinecekmiydi? KAPLIKAYA BOĞAZINDAN AKARDI O BUZ GİBİ SERİN ŞARKILAR Süreyya,Nagehan,Mürüvvet,Züleyha,Behiye,Nedret oğlanı bulduracak illa ,yeter diyen kocasına inat gülümseyerek Ah o Nüzhet hala gülen yüzü ile yoruldum demez hiç bütün gün ayakta altı tane kız şarkıları ile pişer o yemekleri,bezgin hasta yüzlü insanlara nispet Ankara yolunda döner tekerleklerim hızla o taze fasulyenin mis gibi kokuları şimdiden burnumda elimi zor değdirdiğim buz gibi sular Uludağ’ın eteklerinden şımarır kıvrıla kıvrıla ha gayret bana yedi kilometre uzaklıkta onun şarkıları olmalı onu hissetmeliyim arabamda hani o Zeki Müren deli divane olurdu sonuna kadar açtığı ahşap beş düğmeli üzeri hasır radyosunda biraz başımı çevirdiğimde ne güzeldi şu memleketim ne yana baksam suları ayrı çeşni ayrı tatda Kim vardı orada?Şehzade Mustafa’mı yakaladı kollarımdan harekete geçtim bir anda tam yola girdim mezarlıklar vardı içerimdeki sese durdum bir de baktımki Nüzhet hala O yaşarken hiç yoruldum demedi üstüne gülerek şarkılarını söyledi yazıyordu soğuk bir mezar taşında BENİ BENDEN ALAN GENÇLİĞİMİ ÇALAN O SAHTE SÖZLERE YALANCI GÖZLERE KAPANDIĞIM DİZLERE MUHAYYER KÜRDİ BİR ŞARKININ BUZ GİBİ SULARINDA RUHUM ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA AĞLIYOR ŞİMDİ MİRAY HANIM .......SON........... |