RİVA'YA KARIŞAN GÖZYAŞLARIRİVA ’YA KARIŞAN GÖZYAŞLARI Orhan Veli’nin gözlerini açtığı Beykoz’u sol kolundan yakalayarak asla bırakmayan vefalı İstanbul boğazı Şile,kuzeyden Karadeniz ile şarkılarını söylüyordu,İstanbul’un en güzel ballarından tutun,Mehmet dedenin cam tekniğini Venedik’ten taşıması ile bir dolu festivallere konuk oluyordu ıhlamur kokuları,fındık ağaçları kestane meşe kayın doğal orman örtülerinin arasında gülümserken yeşilller lacivertler arasında gururlanıyordu para dediğim gibi her şeyi bozabilen bir güçtü, büyük sermaye fabrika villacıların elinde o muhteşem doğa akıbetini bilmeden geleceğinden korkar olmuştu,taşımak istemediği yükler bu engebeli sırtların üzerinde yük olacaktı Ben İstanbul’u artık karanlık dünyanın yer altı geçitlerinin kara paraları şu altın dişleriyle sırıtan hani şu İtalya’nın mafyalar kenti suç dosyalarının kabarık olduğu altıyüz senelik krallık hakimiyetini süren Napoli’ye dönüştüğünü düşünüyordum. Paran varsa doğayı ezer geçersin ,insanlarıda bir güzel harcarsın sen suçlu değilsin asla olamazsın,zira gücü temsil eden o dolarlar sende kasalar dolusu var,gizli mafyacılık sistemi ile güçlü olma bir ilkeyi kendilerince doğrulama sürekli haklı olma halleri Villacılar ve diğer güçlü sermayenin baş yapıtcıları fabrikalarını dikerken ah o canım Beykoz Riva deresine belkide gözyaşlarını yolluyordu ,oysa o çok hassas şair ruhlu bir yerdi,bu tip insanları taşıyabilir miydi? Evet ben Beykoz’u çok hassas kırılgan şair ruhlu mis gibi doğası ile satırlar yazdıran bir yer olarak görüyorum,Riva deresine karışan gözyaşlarında hep bu aileyi hatırlıyorum,o muhteşem villanın içerisinde ağlayan kadını,mutsuz yürüyemeyen kendisini bu dünyaya ait hissetmeyen kadını Ama eve döndüğümde kahvaltıyı niye yarım bıraktım? diye saçlarımı yolacaktım neredeyse,keçi inadını taşıyan ben asla pes etmeyecek biriydim,yine gidecektim bu defa akşam yemeği için,ve bunu kendim teklif ettim,o kadın iyileşmeli idi,ona kim olduğumu gösterecektim,ve pes ederek her türlü tedaviye razı olacaktı ,içimdeki sesler buydu. Tam o sırada notlarımı kesen sonuna kadar silen elektrik kesintisi tüm moralimi bozmuştu,yeniden başa dönerek aklıma gelen satırlar bunlardı ilk yazdığım satırlar gibi olmasa da bir şeyler karalayarak güneşe doğru inatçı bir şekilde gülümsedim RİVA ’YA KARIŞAN GÖZYAŞLARI Değişim rüzgarlarına yolladığım ruhum gelişme sancılarında kaslı ve güçlü iyi beslendiği için olmalı yaşadıkları ile acı bir kahve içimi gibi baştan buruluyor dudaklarım sonra Beykoz balına uzanıyor parmaklarım İstanbul’un en değerli balında şarkılarına kavuşuyor ruhum kovalanıyor gençliğim hatıra kolye yerlerde ezilirken nasıl bir haz bu? ihtirasın kollarında zorbalık, para güç sanıldığında yolunu kesen hayat ederken zulum hiç bir şeye güvenmiyorum artık zig zaglar çekiyor harflerim kayıyor elimden kelimelerim hayat öyle bir şeyki asılıyorsun güç diye kopuyor yarıda bırakıyor ipleri avuçlarında yol yol kan izlerinde direniyorum,dinlerken içerimde emreden hükümdar ne diyecek diye ilk değişen şey şarkılarımın ilk sözleri şarkı söylemeyi falan aslında pek bilmem ki ama söylüyorum işte hayat bir umuttur ipleri kopsa bile yeni dal parçaları bul diyor asıl sakın bırakma diye ÖNCE ACI BİR KAHVEDE BURULAN DUDAKLARIM SONRASI BEYKOZ BALLARINA DEĞİYOR PARMAKLARIM MEHMET DEDE’NİN VENEDİK ÖĞRETİSİ RENGARENK CAM TABAKLARINDA GELİYOR GALİBA O ESKİ TADIM MİRAY HANIM binay |
ah dedim eski İstanbul ya ben hala ona sevdalıyım ya
saygım sevgilerimlesin can iyi geceler