Zingerilla IYaralı bir güvercin misaliydi Zingerilla , Suskun , Ve çokça asabi . Ölümünü bekleyen yaralı bir seçe misali , Yüreğinde soluklanan , Ve gülüşlerinin arka bahçelerine ruhunu gizleyen Kendini düş bozumu umutlarıyla avutan , Öylesine yorgun Ve öylesine bitkindi .. Gülüşleriyle , Yüreğinin arka bahçelerine biraz daha gizlenirdi , Biraz daha , Biraz daha gizlenir , Suskunluğuyla derin bir inzivaya girerdi dağların koynunda. Düşleri ; Yakalanamaz şahin gibiydi , Ve hep Mezopotamya’nın eşsiz gecelerinde karanlığa saklanırdı . Gölgeleri üzerine çekerdi , Acıyan yanı görülmesin diye .. Sessizce parmak uçlarıyla yürürdü sokaklarda , Ah’ ları duyulmasın diye . Gizlenirdi Ve daha sıkıca gölgeleri giyerdi . Bir kayanın bağrına sinerdi , Sürmeli gözlerinden süzülürdü yaşları altın hızmasına , Güneşi öpmüş teni titrerdi haykırışlarıyla. Bir hüzün bulutu dolanırdı ki tepesinde , Güneş bile utanırdı , Gizlerdi kendini sanki . Ağlardı uzun uzun , Gizlerdi yüzünü kimse bilinmesin diye . Uzun kumral saçları , Esintiyle savrulurken , Sürmeli gözleri uzaklara dalardı . Tozlu yolların ardında batan kızıl güneşi seyre dalardı . Çıkardı bir kayanın üstüne , Rüzgar Dicle’ye doğru akarken , Yollar ayaklarına dolanırdı . Ne zaman anılara dokunsa , Yüreği parçalara bölünürdü , Toplarken kırılan ve parçalan yüreğini , Düşlerinde öteki diyarlara doğru akardı . Mezopotamya’da Ağır ağır batarken güneş , Yüreğinden kopardığı soytarı gülüşlerini savururdu göğe , Yıldızlar öylesine yakın , Öylesine parlaktı ki , Dudaklarını öpüyordu . Susardı Zingerilla biraz , Ve eline alırdı kağıdı kalemi , Not defterine düşürürdü cümlelerini ; ’’ Ah Mezopotamya , Her türkü anlatamadı bizi , Çünkü her ağlatan ezgilerde , biz vardık . Gülmek en çok bize yakışırdı. Gülmek, Ne çok yakışırdı esmer tenli çocukların dudak kenarlarına ..’’ Bir sayfa daha çevirdi Ronahi ; ’’ Kevok yeni bir sayfa açarak, elinde kalemiyle karşısındaki manzaraya bakıp düşünmeye başlıyor. Bir süre sonra ilk cümlesini yazıyor: Mağara, mağaranın kapısı ve ova... ilk cümleden sonra tane tane devam ediyor: Yeni doğan güneşin ışıklarını, ıslak otlarını, ölümün yeşil ovasını basık mağaranın ağzından göreceksin. Yalnızca burada. Buradan görebildiğin kadarını. Yalnızca kadim gün ışığını göreceksin, başka bir şeyi değil. Yalnız bugün aydınlık şavkıyacak alnında, başka bir şey değil. Yüreğin bu aydınlıkla ısınacak, başka bir şeyle değil. Sana soluk verecek, başka bir şey değil. Gün ışığı, yalnızca gün ışığı toprağın, ağaçların, otların kokusunu, ıslak ıslak yalımlanan ovanın rengini ulaştıracak sana. Eğer yaşarsan defalarca, adım adım diriltecek bedenini, beynini ve yüreğini, yalnızca o, başka bir şey değil... Eğer onu kaybetmezsen, eğer o seni kaybetmezse... Yeni bir sayfa. Duyguların yeni bir sayfası. Bugünkü adım atılmadan önce. Renas’ın yolda söyledikleri geliyor aklına; "Her şey bugün başlıyor..." Bugüne hazırlanmak lazım. Kevok defteri kapatıp, kalemle birlikte çantaya koyuyor ve ayağa kalkıp yürüyor.. ’’ ** syf: 241 Cudi dağının yücesinde Sessizlik sarardı dört bir yanını , Alazlanırdı yüreği , Kaynardı , Dolup taşardı . İnadına severdi akşamları , Sayfaları çevirdikçe yazardı , Bitmeyen haykırışları vardı , Cümleleri dolardı ağızının içine , Kaleminden damlardı sözcükleri ; ’’ Sarılan yaralar hala kanıyor . Kabuk bağlamadı jilet kesiği yaralar , Bağlasa bile ; Hep izleri kalır yüreğimizde . Kimseler sezmedi öfkemizi , Kimseler anlamadı , nedenlerimizi Çocuktuk bir zamanlar Mezopotamya , Tel örgülere takılan uçurtmalarımız yoktu , Ümitlerimiz , Her gün , Her saat vuruluyordu . ’’ Renas Tutaste ** ( Mehmed Uzun : Aşk Gibi Aydınlık , Ölüm Gibi Karanlık syf: 241 ) |