AŞK-I MEMNU (YASAK AŞK)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın 1979 yılından 1989 yılına kadar 10 yıl yukarıda resmi görülen virane evde yaşadık. Babam bu evde hayata gözlerini yumdu. Bu evin duvarları hep yaralı, hep ağlamaklı. Bu ev şimdi yok! 2015 yılında yıkıldı ve yerine çok katlı bir beton dikildi. Hatıralar olmasa, geçmiş yılların da değerini bilemeyiz.
Siyah beyazken tv ekranları, çocuk aklımla renkli hayaller peşinde koşardım. Her kız en az Müjde AR kadar güzel olmalıydı, çünkü ben güzelliği ilk kez onda gördüm. İlk kez ’ Aşk-ı Memnu ’ dizisini bu kadar çok sevdim. Fuar marka kolonya reklamlarında yine karşımdaydı güzelliği. Ben, Müjde AR’ a çocuk aklımla aşık oldum.O çocuk hiç büyümedi, çünkü benim aşklarım asla bitmez. Yine yıllar öncesini anımsadım, Gözümün önüne çocukluğumun geçtiği sokağımız geldi, Eski üç katlı apartmanları, daracık arka bahçeleriyle, Mütevazı bir memur şehriydi Yenimahalle’miz. Biz bizi bilirdik, daima gülerdi yüzlerimiz, Uzun ve soğuk kış gecelerinde bile yeşerirdi hayallerimiz, Üç kardeş bir odada yatardık, salonumuz yoktu, Annemlerin yatak odasını iki camlı bir bölme ayırırdı, Şaşardım, iki küçücük oda, mutfak, banyo ve tuvalet, O virane eve nasıl sığardı? Dışarıda lapa lapa kar yağarken, Kömürümüz olsa odunumuz olmazdı, Zavallı babam düşünceli, kederli ve mahzundu, Küçücük evimizde gül gibi geçinemesek de kapımız herkese açıktı, Ön bahçemizdeki yıllanmış at kestanesi ağacı sanki oyuncağımızdı, Tepesine çıkar, sallanır, çoğu kez de annemizden saklanırdık, Eve asla girmez, oyuna bir türlü doymazdık, Uyuyan bebekleri gürültümüzden uyandırır, Hasta olan yaşlı komşularımızı çileden çıkartırdık. Akşam ezanı okununca sokağımız derin bir sessizliğe bürünürdü, Annemin sesi, sessizliği bozardı, "Murat, Dilek! Haydi yemeğe, babanız sizi çağırıyor." Babamız, öpmeye doyamadığımız babamız, Hep çağırsaydı bizi, hep seslenseydi, Nerden bilebilirdim ki babamız asla bir daha bizleri çağıramayacak, Ölüm gerçeğinin iç kavuran bir sızı olduğunu, Aşk acısıyla ölüm acısı arasındaki o benzersiz tarafının yürek yaktığını, Nerden bilebilirdim? Sevgi bize yakın, bir cadde ötemizdeki sokağın adıydı, Ne zaman o sokakta dolaşsam hayalimdeki sevgilimi arardım, Bulamadığımdan olsa gerek, boynu bükük kalakalırdım. Yıllar önce aşkı eski türk filmlerinden tanımıştım, Filmlerde sevgililer el ele, göz göze gezerler, Masumca sevgilerini yaşarlar, Geleceğe dair mutluluk planları kurarlardı, Onların gönül bahçelerinde renk renk çiçekler açar, Sevgi dolu kalplerinde sonsuz bir huzur bulunurdu, İki gönül bir olunca samanlık da seyran olurdu. Düğündü, bayramdı, sevinçler kocaman bir devrandı, Sonra sevginin yerini çirkinlikler ve kötülükler devraldı, Ansızın bir yerlerden çirkin ve kötü adamlar çıka geldiler, Barut kokar oldu ortalık, bir bir silahlar patladı, Günahsız sevgilere hüzün, göz yaşı ve kan bulaştı. Ama masallar öyle değildi, Mutlaka güzel biterdi sonları, Daha doğru dürüst türkçeyi öğrenememişken, Aşkın önce memnu halini öğrenmiştim siyah beyazken televizyon ekranları, Müjde Ar’ı ilk orada görmüştüm, Demiştim kendi kendime: "İşte aşkım bu!" Bir peri olmalıydı, cennet sanki onun için yaratılmıştı, Acaba bütün kızlar böyle alımlı mıydı? Aman Allah’ım ne kadar da saftım. Bir an önce büyümeli, kocaman adam olmalıydım, Zaman ilerledikçe yetişmek için peşinden koşuyordum, Ama aşkı büyütürken gönlümde, kendim güdük kalıyordum, Gerçekle yüzleşmek bu olsa gerekti, Hayal kırıklıklarını öğrenirken, Yıldızlara ulaşmanın imkansız olduğunu da öğrenmiştim, Biliyordum, hayal edilenler asla gerçekleşmezdi, Öyle olsaydı isteyen istediğiyle evlenir, hayat toz pembe olurdu. Aşkın o delici, kanatıcı, gönül yakıcı yanını öğrenirken, Sanki küçük kıyametler kopuyordu gönlümde ve beynimde, Aşk zehirli bir kase içinde sunuluyor, Her gün bedenime enjekte ediliyor ve ben ölüme biraz daha yaklaşıyordum, Ama aşk öldürmüyor, süründürüyordu, Elem, hüzün, hayal kırıklığı ve göz yaşı veriyordu, Zamanla şekerli taraflarını da öğrendim aşkın, Aşk, elma şekeri gibi ağızlarda hoş bir tat bırakıyor, Sonra da bol bol susatıyordu, Kana kana su içerdim de hayali aşk çeşmesinden, Bir türlü doymak bilmezdim. Okul yıllarımda da bir alemdim, Özellikle matematik derslerinde, Çok bilinmeyenli bir denklemdim, Ben hariç tüm sınıf çözerdi de zorlu problemleri, Bir ben Fransız kalırdım, başlardı elemlerim, Edebiyat derslerinde ise garip bir Mecnun’dum, Duruydu hislerim, döktürürdü kalemim, Müzik derslerinde Ferdi Tayfur olur, Nikah defterine imza atar gibi, Ümit Besen misali bestelenesi şiirlere imza atardım, Yıllar geçti, zamane aşkları değişti değişmesine de, Bir tek masallar değişmedi, İyi ki de değişmiyor, iyi ki de kitaplarda yaşıyor, Kül Kedisi yine mutlu, Pamuk Prenses yine huzurlu, Ama şimdi eskisi gibi samanlık seyran olmuyor, Sevgiler köreliyor, ihanetler almış başını gidiyor. Herkes geçim derdinde, aşkı düşünen yok, Ne acıdır ki, sevginin adı da yok, İnsanlar maalesef puşt olmuş, Ben ise hayali sevgilimin bıraktığı yerdeyim, Ne bir adım önde, ne bir adım geride, Beni bana bırakın! Hayallerimi arıyorum, Bir de elma şekerimin tadını. Vecdi Murat SOYDAN (Yaşanmamış Aşkların Şairi) 18/10/2011-Isparta |