Karanlığa Bulaşan Yokluk
odaların ışığı söndü
orada bir ağacın altında beklemeyi şarkılarla sürdürüyordu yapraklara ışığı getiren gecenin kaybolması uzadı tadını yeniden bitirebilir miyiz hayatın yada düşünmesek bir sabah aynanın karşısında yeni bir günün karanlığa yürüyen eski adımlarını kestiler dağ yollarını ırmakların tutunduğu ağaç köklerini taşa değen suyun havadaki duruşunu eğip sakladılar durgun geceye her şey hareketsiz ve karmaşık yığınlar üstünde birikiyor köpek uluyor anlamıyorlar titreyen çiçek diğerine diğeri diğerine derken bir tepenin çıplaklığı yer yüzüne ait olmayan bir inançla göğe damlarken dipleri soluklanıyor toprağın ölüler toparlanmış gidecekler mavi şehirleri kara yazgıları ve papatyaları deren elleri ile karanlıkları silecekler odaların ışığı söndü dündü yada bu gün gibi bir şey üstüne çocuk beyaz tenine toprak bulaştırıp oyunlar oynamak istiyor sinekler de istiyor gözlerine doluşup ona geceden bahsedecekler ama ormanlar kime acısın kime acısa daha büyüğünü yuvarlıyorlar geleceğe neden çaresizce kurbağa deyip dönüyor ağzın odaların ışığı söndü orada bir ağacın altında beklemeyi şarkılarla sürdürüyordu vardı zeytinlerin gözlerine siyah açlığına ve tokluğuna yörüngenin dinmedi karanlığa bulaşan yokluk mağaranın başından sonuna doğru yürüse daha parlak ve siyah gölgeleri ile kenarından uç veren aydınlığın şarkısını söyleyecekti. |
Hâlbuki hayallerimiz bize daha gerçekçi geldi.. gerçekler hep yüzümüze külfetti
~
Hani diyorum bi’ cesaret etsek kendi rengimizden soyunup, incittiğimiz birinin rengine giyinsek.
Fark etsek ve hissetsek her kefen beyaz mı?