krizantem çiçeğim iki kişilik susve elin elimde yıkılan kentin gözlerine basarız bir terli zaman içinde ... duruyorsun karşımda eline süpürülmüş geceyle sohbet eder gibi ... çağırıyor aklım ön sözü sen olmayan kitapları rastgele seçtiğim paragrafta başlıyorsun tüm noktalar virgüller öncesi senle bitiyor kapağında kara kalem kadının göz konuşması senin lisanın ve her duraksadığı yerde geçiyorsun kelimelerle sesimden kağıda sardığım tütün sen köz bıraktıkça külü dolup dolup taşıyorsun ciğerlerime yaşarıyor utangaç tavırlar ruhumda ben çektikçe seni dumanlı bir uğultu alıyor içimi manzaralar kaplıyor rutubet grisi duvarları elimi uzatsam ah uzatsam resimde akan ırmağına hissettiğim kadar üşüsem soğuk suların çığlık sesinde uzatsam ah uzatsam ağaçların dallarına dudaklarımı öpebilsem çiğ ıslağı yanağından kapatabilsem zamanın kapısını içeride dağınık düşlerde kalsak ıssız bir yalnızlık ile özlesek bizi aşka dokunduğumuz anın yalınlığında ve somut uzaklar kurup devamlı özlesek ter ile sus arası kendimizi varsın olmadığın kadar varsın kozalak düşen toprağın yağmur buluşmasında varsın krizantem çiçeği yüzüne gülen çocukları salıyorsun tek başıma söylediğim bir şarkının bahçesinde dururken palyaço ağır kanatlar çırpıyor gülüşündeki kuşlar ... krizantem eylemler saklıyor militan kadınlığın arka arkaya vuruşarak cephenin ardına çekiyorsun aşkı bahara ilk adım erik çiçekleri saçlarına dağınık gerçek rüya ekseninde kopuyorsun bir gece vaktiyle ellerime konfiçyus alışkanlığı gibisin her kelimemle insani bulgular saçıyorsun dilime karanlıklar tanrısı ülkesinde protest bir dişilik zulmün dudak arasında isyan uçuklatan devrim kadını ve esmer irili bacıların iki bacak arasından doğan hürriyet gibisin ... ayılma bırak kalsın ezbersiz sevdalılığın yüreğimde her kıpırdayan yaprağın hışırtısında dön soluma eski bir anı saklısında unutturma seni ah dervişlerin seyyah göçlerinden uğurlanan yolculukların kenger kokularından basarak ayazı soluğuna en vakitsiz anında ayaklarınla müjde ver bu kente başında öldürülmüş köylerim uçarken cebinden çıkarıp kayıp kültürümü kat havanın yabancılaşmış göğsüne soğuk mevsimin ağır pus yalnızlığıyla yürü caddelerde zeytin karası gece uçurum hayatlar sarsıntısı olur belki belkide yıldızları tek tek topladığın bir düş verir rüyana armağan ... sen gitme hiç varsın gibi kal işte üzerine sinmiş dilsiz rüzgara en kör bakmayla sağır yalnızlıklar atarız pencere buğusu sulara varsın gibi sadece varsın is lekesi gibi yapışmış olursun kış ayazıma bahar kadar yağışlı geçersin gözlerimin dağlarından yaz gecesi ılıklığıyla kavrar ürperen hüznümü güzün yapraklarında dokunursun eylüle ... anladığım kadar bilirim hissettiğim gibi severim seni ne azı ne çoğu doğaçlama ritmin doğmamış notası gibi kimliksiz isimsiz saklarım seni seni yüreğimin bir solo rüzgarında gökkuşağı saklısı kelebekte bilirim ve sen olduğun gibisin bende krizantem çiçeği diriliği nakışlı göçmen yolları ak sütün memesine ağzı dayalı bebek üryan giden bir masal bir düş bir sus payı konuşmasız durgunlukta ... içimin sesleri düşüyor sessizlik yemini eden sözcüklere özensiz ama anlamlı senler türüyor yüreğimin ülkesinde aç ve düşlerimi al ulu orta dağınık ruhuna varsın işte varsın unutulmaz bir akıl oyununda olduğun kadar berrak olduğun gibi kalacaksın bitmeyen sevda iklimi...beşinci mevsim...! |
soğuk mevsimin
ağır pus yalnızlığıyla yürü caddelerde
zeytin karası gece
uçurum hayatlar sarsıntısı olur belki
belkide yıldızları tek tek topladığın
bir düş verir rüyana armağan
.
.
.
dostluğumla hep...