Kırık düşlerim;
Hayal kurup;
Nakışlı beyaz bir kundağa sarıp Bir tahta beşikge belemiştim Yünden ördügüm kınalı bebeklerimi, ve; Yorğanımın bir ucunu üstüne atıp Diğer ucunda kalan sıcaklığın tadındaydı hepsi gece karanlıkta gök yüzüne bakışlarım sanki ayın on beşi gibiydi kurduğum hayallerle Damla damla akan bir musluğun altında bıraktığım Sabır kabımdı dolması için beklediklerim. O nadide çiçeklerimi yetiştirmek içindi hepsi her sabah sevğim ile suladığım Dolu taneleri gibi düşen rahmetle yağan yağmurun altında kanatlarıma sakladığım yavrularımdı hepsi birer birer . Yarı uyur, yarı uyanık gibiydi gecelerim Günler, aylar, yıllar, geçti su gibi akarak hiç farkında değidim gecen zamanın ve yaşadıkca Bir çuval un, iki kova su ve erimiş kaya tuzu ekli Taş fırın ekmek hamuru gibi yoğrulmuştum dünya denilen kazanın içinde Yakıp pişirmeye başladılar Oh ne lezzetli dercesine kemik gibi bedenimi kemirdiler gelen kış ve esen yel ; Kıyametin habercisiydi sanki Öyle bir esişi vardı ki dal aradım tutmaya dal, ya da tutacak bir el. Rüzgar yel kovan dikeni gibi savurdu yerden alıp göklere Bu tepeden öbürüne,öbüründen, öbürüne Vurdu geçti göğsünü, göğsüme otağımı üstümden uçurup Toz duman etmişti silip süpürürcesine Bir hoyrat eli değmiş gibiydi sanki kavrulan çatlak dudaklarım bir yudum su istiyordu avucumla içmeye Ardından, Dokuz şiddetindeki peş peşe gelen tusunami dalğaları Ne olduğunu anlamadan, alıp götürdü beni insafsızca denizin bu ucundan taaa öteki ucuna suskunluğum soktu sanki; Kelimei şahadeti bile okuma fırsatını vermedi zalim Kusurlarım tövbesiz kaldılar, ve; Tekbirsiz, ezansız, kefensiz ve duasız gömüldüm yerin dibine bir daha çıkmamak adına. Leyla Yıldırım (Leylican) |