Gel demedin, El mi olduk şimdi, ayrı El/lerde... ?
Yine sonbahar çaldı erkenden kapımızı...
Yine ayrılık var, korkarım... Her gece uykularımda bir züleyha düşü, kör kuyularda ’Aşkımın’ düşüşü... Eylül doldurdum bak ellerime sevgili biraz keder sürdüm gözlerime, biraz hüzün kokuyor üstüm başım... Bir parça ekmekten ötedir; Anla/sana, bu ihtiyaclığım... Ayrılıklar kan kusturuyor, alnımdaki kavgaya meyilli iz düşümü me, kaşlarım çatılıyor, içimde öldürüyorum bu kentin insanlarını sevgili.... Gitme... Bin intiharlar büyütürüm, can çekişirim kuytularında... Sen çektiğim bu yürekte, kocaman bir Ayrılık açma... Kaçırma ayrılıkları ela gözlerime, sonra dedirtme bana, gözlerimden düşen yok; yağmurdandır diye... Yoldurma tek tek kirpiklerimi, kırıklarıda çoğaltma saçlarımda... Gitme... Bu kenti umman’sız bırakma sevgili... Çekme masmavi bakışlarını boğaz(ım)dan... Ellerini Galata’dan, saçlarını benden çekip gitme sevgili... Sebebi sonbahara bağlanmamalı bu ayrılığın, sebebi erken ölüm değil, yaşlanmalı bedenim eşsiz benliğinle, sonsuzlukta sevgili... Çok erken gittin... Çok erken bitti/k ... Uzun hayat yolculuğunda verilen, kısa ihtiyaç molası misali... Uğradın, ve gittin... Bu kadarmı gitmek istiyordun? Bu kadarmıydı uzun cümleler kurularak verilen, sözlerin yetim bırakılışı...? Daha ellerim sarılmaya doymamıştı, parmak aralarına... Duvardan duvara savuracaktım, henüz birlikte aynı karede yer bulamadığımız resimlerimizi... Dilimin ucunda dökülmeyi bekleyen, o kadar cümlelerim vardı... Gökyüzüne fısıldıyorum, tan yeri ağarırken... Rüzgar’a karışırda,kulagına gelir diye... Aniden, vedasız’ca çekip gittin... Bu kadarmı bıktırdım kendimden? Fırtınadan sığındığım liman’ımsın sen demiştin, ve ellerime sımsıkı sarılmıştın, ayaz bir sohbahar akşamında... Sonra sustun... Uzaktan geçip giden bir gemiyi işaret ederek; Bak oda benim gibi koca denizde yapayalnız... Sığınacağı liman bulana dek... Diyene kadar... Sonra yüzüme döndü yüzün, iliklendi gözlerime gözün... Sarıldın; Belki ömrüm boyunca hissetmediğim bir ılımanlıkla... Daha kendimi sende kaybedecek ken, kendimde seni’mi aramaktı bu aşkın diyeti ? Şimd çeksem elimi benden, senden olacağım, tutsam, içimde seni dilenen kör kuyulardaki yusuf’tan... Biraz daha eskiyor adım, ve yollar zalimdir, yar bana bir yudum keder... Gecelerimin elleri kanıyor sevgili, kaydı düşülmemiş, ve hâlâ dönmeni eşik önlerinde bekleyen, hayallerim, seni k/anıyor sevgili ... Kentimde hüzün, kentimde hüznün... Elvedanı hak etmediğim o viraneliğimle, yani seninle, sensiz de yaşamaya alışıyorum... Gri kentimde... Tabuduma koy diye harfler biriktiriyorum, yâr, vuslatsız yarınlara, göz kapatıp, karanlıklara uyan(ma)mak, ellerimde büyüyen bir gül’ü koparıp atmak gibi, sana ’’Hoşçakal’’ demek, yazdığım bir şiiri, sayfalardan çıkarıp, buruşturup atmak gibi, senden vazgeçmek... Neden hâlâ bende var oldukca,içimde yoklaşıyorsun ? İçler acısı halime teslimiyette yim artık, güller ayrılık için boy vermiş, dizlerim üstüne çöküp, dur diyebilmeyi isterdim, gittin ... Oysa nede çok hazırdım, günahkârlığına karşılık, hâyrın olmaya... Söyleyecek fazla sözüm de yok aslında, yerin hâlâ koca bir boşluğa bakıyor ... İçi boş,acısı seni anımsatıyor, bakar mısın ? nede hoş ... Tükettin artık beni .! Diyebilmeyi nede çok isterdim, Lâkin, bende sen başlamamışsın ki ... Bir bulutun terlemesiyle belki yeniden yeşerir, içimde kuraklığa mâhkum ettiğin, gül ... En az kendimden bildiğim kadar, sende bilirsin, soluğumu nefesim de boğabileceği mi ... Yüreğime zincirler vurup, ardımdan göz kapaklarımı da sürükleyebileceğimi ... Daha sökecektim kırgınlıklarımı, can kırıklarımı... Aradığım gücü yüreğimde bulabilseydim eğer, katilin olacaktım daha... Ellerimi yüreğine saracaktım, yüreğine yâr’a olacaktım, yüreğin, yüreğime el verseydi eğer... Yüreğin, yüreğime g/el diyebilseydi eğer ... |