SEN YİNE TÜRKÜLERİNİ SÖYLE.......kenan paşa ciğerlerinden cehennem mi aktı lan....! ödümüzün kapısının önünde oynayamayan çocuklardık gülerek el salladığımız askerler robot oyuncak gibi bakıyordu artık evvel zaman masalları gözaltı ve baskı filmine sürgündü ve kaçıncı tohum daha filizini veremeden uğurlanacaktı kayıp seslere..... karanlık.......! odada sadece delikanlının bildirilerinden ve genç kızın iki gün önce evine yazdığı mektuptan başka bir şey yoktu ışıksız ve rutubetin ağır vebasında kaçak bir türkü saklanıyordu elini ver bir/tanem elini ver hissedemiyorum seni genç kız soluğunu tutarak elini uzattı delikanlıya kırık pencereden eylülün ağır kitap kokuları geliyordu karşı varoşlarda sirenler ardı ardına düşüyordu toprak yollara.... iki sokak ötede karakolun bütün ışıkları yanıyordu rihter ölçeği on iki olan depremlerle kanıyordu duvarları gökyüzü utancından kapamıştı bulutlarla yüzünü ve nefes almaya bile korkulan bir mevsim yalıyordu ülkeyi.... siyah beyaz ekranda Amerikancı genel kurmay başkanı tastamam kusuyordu dilinin her ucu göründüğünde yitip gidiyordu yarınlar gözlerinde bir baykuşun sesi ve akbabanın bekleyişi sızıyordu ve en az yüz yıllık bir geri dönüş kayıplarla ve yasa/dışı bir yaşamla oluyordu...... ne kadar dibe batırılsa o kadar acıyor et ağzına basılan bez parçası gözüne bağlanan bant seni ne kadar insan tutabilir ki havasız delikte yüreğine esen eylem rüzgarı susturabilir/mi istihbaratın akıttığı kanı........ halbuki düşlerdik....... adına yakışan düşlerden bayram tebrikleri gelir bizde çocuk ürpermesiyle dalardık vagondan hayallere çokta ağır yağmurlarda yıkanalım dememiştik tersine aksa/da ırmak yeterdi cüssemiz/deki aşka paçavra arkadaşlıklarla eğleniyorduk ya biz uğruna çığlık olduğumuz sevgilileri özlüyorduk her yanı dağlarken ecelin gölgeli prangası biz yine şarkılar söylerdik çocuktuk aklımızdaki uyduruk hayata uyduk büyürdük yaşımız hep iki yaş büyük olurdu büyürdük biraz daha büyürdük yaşımız hep on yedide büyürdük.... yasaklanan milyonlarca düşte asıldı delikanlı yağmurlar ardına dönüp bakmaya korkan bir gelecek vardı flamalarda bağrına çiçekler serdiğimiz insanlar tezgah altında satıyordu düşlerimizi ve onca acının kıyısında patlarken şarapnel hayaller yinede yiğit türkülerde söylendi kırmızı boyalı ülkemde afişlere asılan mağrur yüzler daha yırtık ve siyah beyaz dururken o zamandan söylenmeye başladı ağlama bebeğim türküsü........ sen kaç yaşında büyüdün o zamanlar sevgili....! |