Bir ömre serzeniş"Bir kitaba başlarken şair, öldürürmüş binlerce kitabı..." Sırf bu sözümün hatırına bile sayfalarca sevebilirdim seni. Her harfin arasına gizli bir cümle koyarak. Çünkü; Benim yazdığım ve yazabileceğim en güzel kitap senin ismin di Sarı , saman , hüzün kokulu kağıtlara Seni yazdım ve sen görmedin.. Ve ben öldürdüm içimde sana çıkmayan ne kadar cümle varsa. Hissetmeni istedim,bir çığlığın içine gizlenmiş o ufacık susmaları Ve bu susmaların etrafını çevreleyen kristal hüzünleri Evet yüzüme yakışan en doğal hüzün senin Yüzün’dendi Senin yüzündendi ,kalbimin orta yerinde ki o eşine az rastlanan tanımsız sızı. Anımsıyor musun ? "Bana bir şeyler yaz..." derdin hep en olmadık zamanlarda En olmadık zamanlarda kitap olmak isterdin yüreğimde İşte en çok o zamanlarda Şair olmak isterdim okkalı kelimeler üfürmek isterdim kağıtların boş boş bakan yüzlerine. Ama bir türlü uygun harfleri seçip heybemden uygun boşluklara koyamazdım. Hem bilirsin adam asmaca oyunlarında bile beceremezdim Doğru Kelimeleri bulmayı. Boşluklar hep boşluk olarak kalırdı ve hep asılan ben olurdum gözlerinin içine baka baka O ilmeği boynuma ilk ben geçirirdim. Evet beceriksizdim seni yazmak hususunda Senin dışında kalan her şey için onlarca cümle kuran ben seni sevmek adına hiç bir cümle inşa edemiyorum. Belkide bunun sebebi içimdeki yerindi. O kadar sessiz yerindey din ki kalbimin O kadar sıcak ve korkak. Anlatacak olsam bitecekmiş sin gibi geliyor anlatacak olsam sırrı açığa çıkacak diye korkuyorum içimdeki sen gezegeninin. Belkide buda Tanrısal bir kuvvetti.Buda yüreklerimizin bedenlerimize uyguladığı kontrolsüz şiddetti. buda seni sevmenin sakin ama en hiddetli yöntemiydi. Sahiden seninde aklın(ı) alıyor mu , benim aklımı aldığı gibi sessizlik ? Bugünlerde haddinden fazla Sen’im ve haddinden fazla senin. Bu var olmak için yok olmayı seçmek gibi çılgınca bir şey. Anlatılması, Açığa vurulması gereken o tılsımlı şeyin dilin ucuna kadar gelip tekrar gitmesi gibi acımasız bir şey. Yüksek tansiyonları mızın üzerinden kendi yarattığımız o boşluğa düşerken Gözyaşı torbalarımıza tutunmaya çalışmak kadar anlamsız. Yeni doğmuş bir bebeğin kulağına eğilip " Yaşamak için acele et, bir gün mutlaka öleceksin.." demek kadar zamansız... lütfen kızma bana, seni susarak seviyorum diye... Belki de hikayemizin kısaca özeti bu cümleydi. İzleyicilerin alması gereken tek mesaj. Şair burada ne demek istemiş sorusunun saçmalığıyla. İlk okul defterlerinin köşelerine çizilmiş o mütevazi kalpler Henüz ortasından ok geçmemiş Aşklarımız. Ve tabii yaa... kurullarda tartışılan o serseriliğimiz tekmelenmeye müsait kıçlarımız. Ve saklambaç tadındaki ayrılıklar. on’a kadar sayacağım ve geçecek dediğimiz fakat O’na kadar saydığımızda tekrar hatırladığımız platin kokulu acılarımız. Dişlerimizi sarartan nikotin. bizden önce sararmış umudumuz. Her şey kadar, Herkes kadar terk edilmişliği miz. Hepsi özetiydi hikayemizin... Evet seninle yeni bir kitaba başlamıştım ben içimin ayak iz’siz gri kaldırımlarında. Yolun hemen karşısında şehirleşme başlamadan bin yıl önce inşaa edilmiş çivileri sökülmüş. Tahta bir kulübe gibiydi varlığım. Ki özellikle rica etmiştim Tanrıdan üzerime not düşmesini. O kapkara puntolarla. " Lütfen fazla yaslanmayın, Çivileri sökülmüştür hayallerimin, yıkılabilir" En çok beni sev demiştim sana. Kendin den bile çok hatta. Çünkü buna senden daha çok ihtiyacım var. Bir anne şefkatiyle de değil , Tanrısal bir gözle bak bana. Öyle sahiplen. Beni el değmemiş bir yöntemle sev. Çünkü bir gün mutlaka yıkılacak, Çivileri sökülmüş o köhne ev... "Sana bu mektubu senin yüreğinden yazıyorum..." Bugünlerde yüreğimin kıyılarına vuran en güzel söz sanırım bu Senin yüreğinde olup senin için bir şeyler yapabilme arzusu Bir annenin karnındaki bebeğini doyurma isteği kadar kutsal şair olsam inan bu durumdan çok faydalanırdım. Anlatırdım içinde bulunduğum bu İronik durumu. bol betimlemeli düşler sunardım sana. Ama olmadı... Sustum ve gittin Söyleyeceklerim bu kadar... Güngör Kaya |