Baş dündüren korkusuyla geliyor barış!Şeytan kırmızısı dün feryatta bugün Dicle ağıda doydu zapt edin içinizin çağlayan Fırat’ını Her seher buz gibi içtiğiniz hazları savurun bulutlara Ufuklar Âlem-i ıslık çalan nefislerden çınlasın Eşsiz yankılarla barış şarkıları söylenirken Gökyüzü yangınlarıyla aydınlansın Mezopotamya Fırat’ın nefesini soluyan gözyaşlı gönlü yaslı ana Ciğerparem diye kükrediği uçsuz bucaksız kayalara Sarp dağlara ayyuka çıkan her nidâsı Hüzmeler saçarak insin çorak yüreklere Gündüzün en mert halinde bir neyin hazin nağmesinde Er’ini kaderin avuçlarına kar taneleriyle bırakan nazlı kızın Silueti kör avcılara sırlı sözleri mırıldansın titresin cümle kalp Kumrallığında akşamın yaşanası Nevbahar kuşatsın Barut kokan dilleri; tunç beyinleri sürülsün ütopyalardan Kendini kırpan göz yüzsüzlerin gözyaşlarını demetlesin Leyl vakitleri doruklardan esen zencefilli rüzgarla Katil bir telaşa düşsün ateşe el basıp küle yemin edenler Günahkâr korkuların gazabına uğrasın ışıklı mevsimleri Kaktüs ruhlarını gezsin pervasızların titretsin ikindi gölgeleri Mâverâî düşleri sığınmacı misali ummanın buğulu kıyılarında Baharını arayan yağmurlara; zencefil bir efkâra tutunsun Taşsın çöl ayazlarından şakirtliğin içinde kalan öyküsü Istırabın feryadı sonsuzluğa kurulup mavra geçer nazıyla şafağın! |