Ben bir hapishaneyim
Ben bir tarlayım…
İnsan geçmez üzerimden; pul gibi gölgeler geçer. silinir aksi tüm sedaların, ve kaybolur yüzü adımına yol yankılayanın. Bilirim dağın yüksekliğini ağacın yaprağını, suyun çamurla uğraşını da anlatamam... Yol desen bir rivayet gibi! Bazen uzaklardan metal giyimli, gözleri ışıkta akan tomofiller geçiyor; Anlıyorum ki orada bir yol var; Sesleniyorum - hey buradayım, buradan da geçin… Kimse duymuyor. İşittiklerinden de şüpheliyim. Bazen ümitleniyorum üzerimde bir avuç çim bitince, Tamam, diyorum; şimdi birileri piknik yapmaya gelir. Gelmiyorlar… İnsan kendinde ne yoksa onu da Etrafına reva görmüyor; Önceleri üzerimde ne güzel ağaçlar vardı; Gürgen’i, Meşe’si, Palamut’u… Ah o çam! Ne de güzel kokardı. ne de güzel salınırdı rüzgârın serin türkülerinde. Kozalaklarını ben uyurken üstüme düşürüp Kıkır fısır gülerdi. Gürgen gülerdi. Meşe gülerdi. Palamut gülerdi. Has bir sabahın meyvesi gibiydi palamut. Kendimizde dalga geçerek; ağaçtan da dağ mı olurmuş canım? derdik; kızardı ama öfkelenmezdi. Çok sonraları o da alıştı bu laflara; indiriyorum Haşhaşi ordularını diyordu ve sallıyordu olanca gücüyle dallarını! Sonra bir adam geldi; Dişleri yoktu. Gözleri çok öncelerin görülmüşlüğünde kalmış. Ellerinden çamur, dudaklarından sis saçılırdı. Dedikleri duyulmaz olurdu. Kaybolurdu duyuşlarımızın beş canlı insanları! Sırtında kalemden de keskin bir balta vardı. Tüm dostlarımı, kardeşlerimi darbelerle unutturmaya çalıştı. Baltasının her vızıltısında bir ağaç emildi; boşluktan da öteydim artık. Bir yerde, bir mekânda varolan hiçliktim. Bağırdım, dur yapma; Onlar benim kardeşim. Dinlemedi… Sesimde sis de yoktu. Bazı insanların ümitleri vardı, bir de konuşurken ağlayan suskunların hıçkırıkları... Duymadı; herkes gibi… Nereden bileyim o adamın ağaçları Diş gibi gördüğünü! Kaç çiçek, kaç kuş, kaç rüzgâr ağladığımı bilmiyorum. Derken bir gün, günlerden hergünken devcileyin makinalar geldi. o makinalarla birlikte insanlar geldi. Uzak oluşlarından farkları yoktu; sadece üzerimdeydiler. Ayaklarının altında yürünüyordum. başka yolların tozları da vardı; koynuma alıp sakladım hepsini. Sonra etrafımı çevirdiler; yasak, dediler, girmeyin, dediler. İnsanların yasakları neden her şeyi bağlıyor? Neden düğümlüyor kendi dışlarında olanı, biteni veya bitmemek üzere olanı? Metal yumruklar indi yüzüme, parçalara ayırdılar her suretimi; kimini bir tarlanın üzerine, kimini de bir evin harcına kattılar; nasıl da sıcaktı o ev! Dedim ki, park yapacaklar herhalde. Çocuklar gelecek, insanlar gelecek, dahası geleceğin kendisi gelecek! Geleceğin dünde kalmış bir özlem olduğunu nereden bileyim! En çok da sevgililerin gelmesini istedim, o koca duvarları görene kadar! Okul sandım veya ne bileyim bir kütüphane olur sandım. Çok sonra öğrendim ne olduğumu. Başka inkâr ettim; hayır, dedim; yapmayın, dedim. Yaptılar... Ben bir hapishaneyim. Duvarlarımın arasında insanlar, parmaklıklarımın arasında umutlar kayboldu. Düşünüyorum da benden sökülen onca şeyin ardından ben ne bir tarla ne de hapishaneyim, artık insanın ve insanlığın yasak olduğu bir cezayım! |
hayır şaka bi yana gerçekten bu aralar yorum özürlüsüyüm...
aff buyur:))