20
Yorum
21
Beğeni
0,0
Puan
3045
Okunma
Savur saçlarını ayrılık,
ve doldur bütün hüznünü delinmiş ceplerime.
Kefenleniyor gözlerimde sevgi, vefa
bir de kimliksiz aşklar.
Suçlamamak için ellerimi,
tuzlu yağmurlarla suluyorum artık karanfilleri.
Herşeyi bıraktım kendi haline,
benden bu kadar.
Dün gece uykumda,
başucumdaki beyaz mermere,
ölüm tarihini yazdım.
Leyli bakışlarının ışığında,
sen Züleyha,
sen Zühre’ydin.
Yalanların ve savaşların tozu uçuşuyordu sokaklarda,
ve bulanıktı şehirler.
Hangi ülkenin yörüngesine kırsam rayları,
yaralı kuşlar doğuruyordu gök ana.
Evren can pazarı,
aç mezarı
mahşer-i alem.
Ve ben Yusuf kadar yaralıydım,
çünkü kan emanetti aşka.
sen..
sen yalnızca ağladın!
Bazen uzun ve sıkıcı nöbetlerdeyim,
damarlarımdan kalbime uzayan huzursuz hudut boyları.
Hissetmiyorum bazen kan sızdıran,
bıçak yaralarımı..
Ve bazen bir sıtma tutuyor her elime kalem alışımda,
gecenin mahremine dolanıyor karanlıklar,
parmak aralarımdan su gibi akıp giden bir hayatı yazıyorum.
Günler selamsız,
geceler karabasan.
Ah ulan yine dudağımdan damlıyor keşkelerim,
ve beynimi kemiren belkilerim.
Yine tek tek dökülüyor yapraklar gitme vaktinin ağlama mevsiminden
zulasında solgun,
ve soğuk uykularda sancılı sözler.
Rüyalara daha bir sarılıyorum,
büyütmek için kirpiklerimi yeniden,
senli günlerin tebessümüyle.
Resimlerini kaldırdım o cok sevdiğin mor sandığa,
ölümsüz bir uykunun kollarına.
Fakat duvarlardan silinmiyor kokun
genzimde soluyor lavantalar,
nefesimde söndürülmüş izmarit gibi.
Ve yüreğimin saçaklarından süzülüyor senli anılar
seninle yaşadığım her an,
şimdi sensiz matlaşan düşlerimi süsleyen,
pırlanta parlaklığı.
Kamaşıyor aynalarda bakışlarım,
orada mısın halâ diye gözlerime bakamıyorum.
Karanlığa saklanıyor kalp atışlarım.
Bir Anka’nın kanatlarında başımı yaslayarak aya,
ve seni anlatarak esmer yıldızlara,
yakar kendimi ve serperek yaralarıma küllerimi,
gözyaşlarına karışıp yeniden doğarım...