ıssız aşkŞiirin hikayesini görmek için tıklayın YÜREĞİMİZDEN DEMİR ALAN BİR HÜLYA’YA ATFEN YAZILMIŞTIR. O BANA "SEN BENİ ÇOK SEVDİN AMA ALT TARAFI BİR DÜŞÜM" DEDİ. O Kİ BÜTÜN BİLGELİĞİYLE DOYURDU HEM AKLIMI HEM DE YÜREĞİMİ...
kendini kanatlılardan sayan bir deli aşk… çekiştirdikçe lades kemiğinden çığlığı yankılanıyor damarımda. aklımda ! aklımda ! yazmaktan öteye mi gittim bu şiiri? neredeyse içtim sevgili nasıl tutuştu ki gönlüm? kaynadı böylesi şu koca dünyada atıp bir kenara her şeyi canım bıraktım kollarına. kayboldum hiç mi hiç usanmadan bağrımda açan nergis kokulu saçlarında… sararmışlığın rüzgârla tango yapışı gibi aşkla dans ettim soluğunda. sevdim insanları sayende sevdim dağı, taşı, toprağı, kurdu kuşu, havadaki bulutu. boğdum kirliliği yüreğinde; ki en büyük günahım oldu bu... senden sonra aslında benim bütün öncelerim soldu. şaşılası değil bütün gerçekliğinle hala misafir olman şaşkın düşlerime... gözlerime ilk baktığından beri; deliksiz uykulara taşınamayan koşumlarından kurtulmuş zülfünle sarmaş dolaş olmayı tasarlayan ben değil miyim? ellerine yüreğine konmuşum bir muhabbet kuşu gibi; enikonu çarpışırım sensizlikle! sensiz ölebilmeyi düşlerken ben! oy benim sevdiceğim, oy kırılası elim, serseri gençliğim. seni düşünmekten gayrı ne kaldı ki bana? her şeyimi; canımı bilhassa! gönlümü gönlünce avuttuğun o güzel günlerde yitip gitmek! sevdam iki kutup arasında koşturup dururken yüreğimi yıldızlar misali kah yanarım kah sönerim sevgilim... bilmezler! kabaran deniz dalgalarına benzerim. içerimde ölesiye hasretliğin sıla özlemi, anılar yumağı, kördüğüm aykırılıklar yıkıntı hüzünlerde yüzerim... ömrüm boyunca her sabah, çiy damlalarının nazlı uyarılarıyla kendine gelen goncalar gibi gördüm seni ben. ve ne güzel ki sevgim; yorgunum ama mutluyum, öfkeliyim ama nefreti vurdum sevgilim! şimdi içinde sen olan, bitmek tükenmek bilmez yoğun düşünce denizinde, eskilerin diyar diyar, türkü türkü, gurbet kokulu ozanları; o sevdası uğruna dağları delip çöllere düşenleri; görmeyen gözlerle, görmeyi öğretenleri... belki onlardan zerreyim... insanlar sevdiklerini söyler söyler de ölesiye; neden sevgilerini öldürürler vuslat günü geldiğinde? kavuşmanın işleyebileceği cinayetten mi korkmalı? istersen kavuşmayalım! kavuşmayalım canım benim öldürmeyelim düşlerimizi.... dilerim hayallerin yere düşen karlar gibi eriyip gitmesin düştüğü yerde... yanıltmasın; yol göstersin umut ettiğin yere taşın sende… istersen kurtarma beni! bu anason ve arpa suyu sarhoşluğundan… ölümlü bedenlerimiz buruş buruş olduğunda bile; seni aşkla taşıyacağımı haykırayım kırağı çalmış gönüllere… düşerken gayya kuyularına ben tutunayım kara gözlerine. aklım karşı karşıya gelince, sesindeki tarifsiz ezgiyle; ab-ı kevser ırmağını, cennetini bulayım cehennemimde... bu duygunun ihtirasında ütopyalar yaratırım hasretinin girdabında kaybolmak düşse de bana; bu koca labirentin her kapısı açılır gözlerine, yüreğine, asude bakışlarına, hayran olduğum sadeliğine… bir tek sana açılır bu kapılar bir tek sana... çiçekler açsın ellerin ellerimde sancılansın dalımda tomurcuklar... bu dünya deminde gireyim sıcacık düşlerine kalayım koynunda olgunlaşıp daldan düşene... reva mıydı bu ıstırap? yeni özlemler yeşertmesen içimde! derin, asude göllere düşmesem; tenin yanarken sabah güneşinde kara saçların omuzlarından süzülürken dalga dalga yüzüme. okşar gibi serin serin uzanmasa zarif ellerin bedenin bedenimde yangınlar... dökülmese gecenin esrarı saçılmasa ortalığa... biliyorsun; zalim ayrılık acısı, kar, kış, kıyamet, gövertir insan etini. getirsen de nedamet çaresi yoktur; mengene gibi kıskıvrak yakalar seveni, ele avuca sığmaz aşk... buruk bir yalnızlığın kızıl sersemliğinde başlar yine can çekişme! niye durakalmaz zaman? nerede ay ışığının, ay yüzlerde balkıması? nerede ateşli bakışlarının, suları yakması... zindan gibi keder saygısız! yalnız yakaladığına, ana avrat küfreder… koyu-kuzguni bulutlar kuşatır ak dorukları, ablukaya alır. geceyi basar hafakanlar yakalar suskunlukları. alevli bakışında bir hışım; düşersin onulmaz dertlere üstünde hasret yıkıntıları yanarım! ille de bakışların dilim tutulur, avunur göğsüm. en güzel kokulardan daha da nefis gelir ölüm! ten değil susayan yâre, candır gezdiren nurlu ışığı böyle avare avare... içimde çınlayan sesinin ninnisi. yaşamak bu! yaşamın nefesi... narin gönlüm unuttuğunda can korkusunu; dağlara yazarım destanını. tükenircesine dermanım; düşmek gelir peşine, sarp kayalara, aşılmaz deryaya vurmak gelir bu canı... başım öne çekiyorsa bugün; aklım kurşun ağırlığındaysa, fikrim darmadağın ve ezinç yüklüyse bulutlar, elimde sigara gam tütüyorsa havaya, akşamın kara çarşafında bir tutam özlem dalgınlığa sürükler başımı. ıslık çalar asi bir rüzgâr; keyiflenir durur… giyotin şeklen her şey. dört yanım çakal ulumaları! niye üzgün bu uyku kentinin âlim yıldızları? geri gelir mi çağırsak, geri gelir mi gençlik çağı? alemin kıymeti harbiyesi, yeni günün kaynar kazanı... kalem-kılıç serüveni bu; mürekkebin cilvesinde kağıtlar. en güzelden de gazel, okunup yıllanan kitaplar. ağacın köküne, çiçeğin rengine, bir bakarsın rastlarsın dengine! kurşun mu yemiş göğün tavanı, kan akıyor kirli oluğundan, alevler sarmış bütün ‘afak’ı şimşekler çakıyor sitemle akıyor gözyaşları can silkeliyor… dönsün dünya yine dönsün ama; nefret yaraşır mı insana? sarhoşluktan değil, bu gece çakır keyfim. dilimde veda türküsü koca bir ayrılık sırtımda... bu dünyanın kızıl gerdan kuşları ne de yakışıklı; o çalı senin, bu çalı benim, seri bakışlı. kıyılır mı onlara a canım, acısındandır elbet göğsünün kızıllığı... şurda ağaçtan düştüm, şurda arılar ısırdı, şurda kolumu kırdım. ısırgan otları arasında gizlice öptüm birisini. şurda sigara içtim babamdan gizli... bu nasıl esriklik? hem de körkütük aşkınla. başa çıkmak ikiyüzlülükle, bozguna uğratmak fenalığı. ruhun acıkması bu; düşüncelerin en heybetlisi. aşkın temeli yârin tatlı nefesi. sahi! acıdan korkan tadabilir mi lezzeti… gecenin bir yarısı, atarsın kendini metruk sokaklara. parklarda, banklarda sabahlarsın. uyku küsmüştür. dargın! ayaz, buz keser umursamazsın! içten içe cayır cayır sayıklarken ciddi ciddi dalıp da gökyüzüne yürekten ağlarsın.... canına ot tıkar çopur bir zangoç kuyruğu küheylan zamanın ipini çeker dönek ağlar korona ağlar kötünün eşkin sözlerine… desem ki şimdi sana ıssız bir aşka bulandım can sokağı lambaları altında bir türkü de ben tuttursam can evimde nar’ı canan bize geldi canım yere serdi zülüf yere değdi ömrüm dize geldi nice diyar gezdim bir bakışın sevdim lal oldu dillerim ne de yaman sevdim şems eyledim yarim aldım cana narı yazık etti günüm bana kaldı harı sır aldım inandım nigar oldu sardım çekti gitti gülüm viran bağda kaldım hidayet dal/can sokağı lambaları **************************************** Hazreti Mevlana’nın “Ne olursan ol, yine gel” dediği kullardan bile değildim. Sedef beyazlığında bir gülüş çaldı benden kirlerimi. O gülüşe kul eyledim kendimi... |
Kalın Sağlıcakla.
Meryem ZEMEROT