Fenâ ve Bekâ
Dünyâyı bir Cennet saydı sayanlar,
Düştü arkasına hep aldananlar; Dahası takılıp yolda kalanlar... Ziyân olup, heder olup gittiler, Tasa olup, keder olup gittiler. Bir uzun yol, menzile zor erilir, Erenler de gerildikçe gerilir... İnâyet olmazsa çok zor girilir; Dere olur, yokuş olur,zâr olur, Tipi olur, boran olur, kar olur. Emeller âdetâ kuyu içinde, Gassal kazanının suyu içinde; Varılmaz sâhilin koyu içinde... Hem hicran hem yeis, yürekler hissiz, Düşler kâbuslu, düşler merhametsiz. Dünyâ bir fırıldak pek çok köşeli, Her yanında inci mercan döşeli, İnsanoğlu bu tuzağa düşeli, Dermansız ve alîl, mahkûm ve sefil, Şeytanın ağında, şeytanlar delîl. Duruş aldatıcı, görünüş yalan, Gelenler çok ama var mı bir kalan? Gafillere plân üstüne plân... Sezip aldanmayan kullar nerede..? Ve, Hakk’a götüren yollar nerede..? İzler var yollarda, izler silinmez, Işıkla yürümüş Ulu bilinmez; Herkes elenip gider O elenmez; Sonsuzluk yolunda bir kudsî rehber, Zirvelere ermiş Yüce Peygamber. Işık ordusunun biricik nûru, Garip ruhların neş’esi, sürûru, İnananların sarsılmayan sûru... O’na sığınanlar şâd olur-gider, Ebedlere kadar yâd olur-gider. Kulluğunla fahra erdik Sultanım! Işığınla yola girdik Sultanım! Sayende sevdik, sevildik Sultanım! Sen’siz yol aşilmaz, kervan yürümez! Sen’siz mahşer olmaz, kimse dirilmez! |