KOMŞU KIZIŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Şiirin gerçekle ilgisi vardır.
Her şey Adem ile Havva’nın İblis’e uyup, Yasaklı yiyeceği yemesiyle başladı, O gün bu gündür aşk ateşine düşenler, Cehennem azabını dünyada yaşıyorlar... Cin Ali, cinlik yapıp komşu kızı Ayşe’ye gönül bağlamasaydı, Ağızlarda sakız olup, dillere de düşmeyecekti, Zayıf, çelimsiz, bacak kadar bir çocuk olduğuna bakmayın, Yüreği dağlar gibi büyük, duyguları kabarık bir denizdi sanki, Garibim, yemeden içmeden kesildi, Hint fakiri misali bir deri bir kemiğe döndü, Teselli vermelerimiz boşunaydı, “Vazgeç oğlum bu kara sevdadan, Aklını başına topla, kendine yazık ediyorsun .” Dediysek de söz dinlemedi deli gönlü, İçi hayal dolu bir düşünceyle yaşadı durdu aylarca, Karşılık göremeyince de bir piç gibi ortada kalakaldı... Sokaktaki evlerin kapılarına, bahçe duvarlarına, Asfaltlara, ağaçlara,sınıfın kara tahtasına, Bu da yetmezmiş gibi, kuşların kanatlarına, El ilanı yapıştırır gibi, “ Ali Ayşe’yi seviyor” diye yazdı, Ah deli oğlan, kendi kuyusunu kendi elleriyle kazdı, Mahalle baskısına daha fazla dayanamayıp, Bir hafta içinde başka bir semte taşınmak zorunda kaldılar, Bu masal da, böylece hicranla noktalandı... Anamın inancına göre, komşu kızını sevmek, kocaman bir ayıptı, Telafisi olmayan yasaklanan bir günahtı, Her şeyden önemlisi mahalleye rezil olmak vardı, Ne zaman sokağımıza yeni birileri taşınsa, Anam fetvayı verirdi: “ Oğlum, komşu kızlarına sakın yan gözle bakma, Onlar senin kardeşin, Yoksa, sütümü sana helal etmem!” Bir süt davasıdır yıllarca sürüp gitti, Komşu kızlarını kardeş kardeş sevmeye devam ettim, Hele içlerinde birisi vardı ki, Başımı nereye çevirsem, Hayali sanki capcanlı karşımdaydı, Ne zaman sokağa çıksam, Gözlerim o komşu kızını arardı... Yüzü ışıl ışıl, ay gibi parlaktı, Bazen bir şelale olur çağlar, Bazen kavurucu bir güneş gibi yakardı. Pamuktan daha yumuşaktı elleri, Dalgalı saçları, simsiyah gözleri vardı. Her gördüğümde aklım başımdan gider, O’nu düşünmekten, gecem gündüzüme karışırdı, İşte o an, yüreğim sanki yerinden fırlardı, Her an infilak etmeye hazır, kurulu bir saatli bomba misali, Patlamaya da, küllerimi gökyüzüne savurmaya da hazırdım, Gönlüme çeşnili, bol acılı ızgara, Yanında da tatlı niyetine sunulan, dinamit lokumu yerleşirdi sanki... Filmlerde izlemiştim, foto romanlarda okumuştum, Bunun adı “ aşk” tı... Ama ben bu duygunun adını bir türlü koyamıyordum, Mahallenin diline düşmek de vardı, Korkardım... Onu uzaklardan seyreder, böyle de mutlu olurdum, Ah şu namus bekçisi anam işlerime karışmasaydı, Gönül bahçem güllük gülistanlık olabilirdi... İlgi duyuyorum ya kıza, Derken, kızın anası çözmüş şifreyi, Çağırttı bir sabah beni evlerine, Başladı inceden inceye pazarlık etmeye, Araştırmış, iyi, temiz bir çocukmuşum, Beni oğlu gibi sevmiş, güveni sonsuzmuş, Kızıyla arkadaşlığımı devam ettirmem için, Bir tek şartı varmış, Uzattığı evraklara imza atarsam, Kızı benim olacakmış, Şöyle bir evirdim çevirdim yazılanları, Anlamadığım bir sürü hukuki terim, Yaşımız tutuyor ya, bassam imzayı,bağlar yedi sülalemi de, Dedim ki, “Bir araştırayım, neyin nesiymiş bu yazılanlar.” Birden değişti kadının ruh hali, sanki yerine başka birisi geldi, Biraz da tehditkar bir tavırla dedi ki : “Tamam sana üç gün müddet, imzayı attın attın, Atmazsan, rüyanda görürsün kızımı” Sanki nikah defterine imza atıyoruz, Bas imzayı, götür işte çıtır kızı, Araştırdım, sordum soruşturdum yazılanları, Kefillik içinmiş kağıtlar, Ulan zaten aldığımız kaç kuruş, Ceketimi satsam para bile etmez, Sultan Murat kimseyi dinler mi? Kendi kuralını kendisi belirler, Kahpeye çektim o anda restimi, Kırılacaksa da kırılsın gönül testisi.. Dedim ki : “ Çok konuşma zilli, Sevginin pazarlığı mı olur? Sevdik mi adam gibi severiz, Şartımız şurtumuz olmaz, Bizde kiralık sevda bulunmaz, Senin kapında köpek gibi yaşayacağıma, Sevdamı içime gömerim, Başımı da alır, gerekirse çok uzaklara giderim, Şunu bil ki, kızın baş tacım, biricik aşkım, Kendine acımıyorsan, şu masum, günahsıza acı, Bu ne biçim çirkin bir pazarlık, Olmaz olsun böyle analık.” Sonra da, arkama bile bakmadan, orayı terk ettim... Büyük konuşmuşum, Bu acı hiçbir şeye benzemezmiş, Tarifi çok zormuş, ancak yaşayan bilirmiş, Sanki ciğerleri oyuk oyuk oyuluyor insanın, Bütün derileri bıçakla yüzülüyor, Bir ateş ki sormayın, her bir yeri alevler sarıyor, Beden de ruh da cayır cayır yanıyor... Sevdaya düşmüşüm ya bir kere, Kolay mı ki, bir çırpıda her şeyi unutmak, Ayaklarım gidip gidip geldikçe evlerinin önüne, Başımı her çevirişimde bakıyordum camlarının perdeli köşesine, Kahretsin! İçimde yaşıyordu ama, kendisi camda da balkonda da yoktu, Söz verdim ya bir kere, unutacaktım, Mecbur kalıp bastım gönlüme freni, Altına çişini yapıp donunu saklayan suçlu çocuklar gibi, Başımı önüme eğip, Her defasında kan ter içinde kalıyordum geçtiğim yollarda... Sonra bir sabah baktım ki,camlarında perdeler yok, Kapı pencere açık bırakılmış, kimsecikler yok. Apar topar, üç aylık kirayı bile ödemeden, Kaçarcasına çok çok uzaklara gitmişler... Yıllar sonra öğrendim ki, Anası olacak kancık, borçları karşılığında, Satmış kızını bir başkasına, Bir süre sonra analı kızlı, düşmüşler kötü yola, İşte beni yakan budur! O kızı kurtarabilirdim… Yıllar geçti geçmesine de, Bende depderin izi kaldı, Nerdedir şimdi, ne yapıyordur? Evlenmiş midir, Evlendiyse, kocasıyla mutlu mudur? Yoksa, Allah korusun, başına bir iş gelip de, Bilinmeyen bir çukura mı atılmıştır? Şimdi zavallı, kimsesiz, Boynu bükük birini görsem, Aklıma gelir, Bir zamanlar aşık olduğum komşu kızının, Işıl ışıl parlayan, bana neşeyle gülümseyen simsiyah gözleri... Kalbim o tarihten sonra bir daha aynı heyecanla atmadı, Duygularım o zamanki gibi coşkuyla çağlamadı, Avuçlarım eskisi gibi terlemedi, Anladım ki ,insan herkesi aynı ölçüde sevemiyor, Herkes komşu kızı gibi sevilmiyor. Vecdi Murat SOYDAN (Yaşanmamış Aşkların Şairi) 31/03/2012- Saat : 23.41- Isparta |