TUTSAKaynaya koştu orman çalısına benzeyen geceden dolaşık saçlarını taradı yüzündeki derinleşen çizgileri elinin tersiyle ütüledi “hıh..fena değilim “ dercesine büktü dudağını salona geçti oradan odaya, aldırmadı dağınıklığa... sahil kokulu panjurlarını açtı derin bir nefes aldı, rüzgârın dudağından iyot kokusu genzinde hoş duygular yaşatırken yan binanın teğetinden, boyunlarında etiketli çığlıklar martılar geçip gittiler şehir uyanmış gürültü kirliliğine çoktan el açmış sokaklar puslu duvarların yüzünde güneş lekeleri gecenin yorganını atamayan kedilerse sıcak köşelerde... serçelerin cikirteştiği alçak dallardan sarkan elâ hüzünler sırça adımların kalabalıklaştırdığı kirli kaldırımlar ve apartman çöplüğüyle ağırlaşan mahalleler... kapattı gözlerini görmek duymak... inadına beş duyusunu hissetmek istemiyordu yine de saksısında toprağı azalan gövdesini dik tutmaya çalışan sardunyanın feryad-ı figanını bastıramıyordu masadaki yarı dolu sürahi... kadın bıraktı kendini deve tüyü renkli kanapeye bir bacağını yere, bir kolunu arkaya attı gözleri tavanda öylece asılı kaldı uzun bir geceden sonra uzun bir gün... nasıl geçerdi zaman yaşlılığın verdiği arsız rehavetle bu koca şehrin çapak tutmuş gözlerinden ve paslı yüzünden yalnızlık akarken ellerine öylesine kaldı kıpırdıyamadan... ta ki kapının zili çalıncaya kadar adımlarını sürüye sürüye gitti “almasam olmaz mı?”der gibi mahzundu bakışları Halil efendiden ekmeğini, sütünü alırken mutfağa gittiğinde sessizce ağlıyordu müebbete çevrilmiş sonsuz tutsaklığına... ayşe uçar 12/02/2012 |
tebrik ve saygılarımla..