Dokunmak Sana
Alacakaranlıkta
bir kadife kumaş düşlüyorum. Silik, hafif seçilen ama gerçek. İşte öyle birşeysin sen; yumuşak, hoş, tatlı, heyecan dolu, ürkek ve kaygan. Koklayınca solacak bir çiçek, dokununca kaybolacak bir hayal gibisin. Mum alevi gibi titrek, sevdan gibi kararlı, yüreğin gibi korkusuz ve gözlerin, gözlerin gibi aşk dolu. Dokunmak sana; o derinden bakan, o her zaman gülen gözlerine dokunmak, o heyecanla, o sevdayla titreyen tenine dokunmak. Ama dünyanın en günahkar uzuvları, elleriyle değil, sevdalının duyguları ile dokunmak. Gözlerle dokunmak gözlerine, sözlerle dokunmak sözlerine, dokunmak o ipek saçlarına, sana dokunmak velhasıl sana herşeyine. Sevmek seni; ama bir avcının avını sevmesi gibi değil acımasızca, ürkek bir ceylana dokunur gibi sevmek, annenin yavrusuna sarılışı gibi sevmek, duyguların en güzeli ile sevmek, cevabi bir duygu ile sevildiğini bilerek. Yaşamak seni; çatlamış toprağa inen yağmur damlaları tadında yaşamak seni, akşamın hüznüne karışmış duygularda, erişilmesi en zor sevdalarda, seni senden sakınarak, seni senden saklayarak yaşamak, yaşamak seni. Yoksun artık, ama şimdi sesin tatlı bir nağme, hoş bir çığlık düşlerimin harmanında. Bekliyorum, bekleyeceğim, her akşam gün batana dek... |