TRABZON VE YÖRESİ
Liman dolu, açıkta gemiler demirlemiş,
Balıkçılar ağlarla denize ilerlemiş; Martılar narin narin kanat vurur, dolanır, Deniz üstüne doğru bir uçak havalanır. İçte Meydan, Atapark; kıyıda sahil parkı, Tünel kayalarının yoktur kaleden farkı. Hışıltıyla yükselir kalbur kalbur dalgalar, Meydan okurcasına kayaları çalkalar. Tarihi okur bize kalesi, kilisesi, Atatürk’ün köşkünde cumhuriyetin sesi. Kalkanoğlu pilavı Osmanlı’dan bu yana, Kilo ile satılır, rastlamadım doyana. Vakfıkebir ekmeği bir başka lezzettedir, Hediye olarak al, eşe, dosta da yedir. Hayvancılıktır köylü halkın gelir kaynağı, Onun için meşhurdur Trabzon tereyağı. Of, Sürmene, Araklı Yomra, Arsin’le gider, Akçabat, Vakfıkebir, Beşikdüzü’nde biter. Yine şirin bir kaza sahildeki sırada, İskefiye’yi elbet es geçmedik arada. Şalpazarı’yla Tonya, Maçka ile Çaykara, Düzköy’le Köprübaşı düşerler arkalara. Sahilden içeriye uzatırsan yolunu, Görürsün yeşil rengin türlü türlü tonunu. Şu Uzungöl’e bir bak, cennet gibi her yeri, Sümela manastırı bir tarih şaheseri. Vadilerdeki sular çağlayarak akarlar, Ormanlar küme küme birbirine bakarlar. Mahalleler köylerle mezralara dayanır, Uzakta yaylalarım sanki sise boyanır. Kadırga, Honoftira, Karadağ, Beypınarı, Sis Dağı ile coşar Karadeniz kenarı. Kemençe bir sevdadır, sesini duyan dinler, Davulun sesi ile dersin o dağlar inler; Horonlar halka halka, kıvrak kıvrak oynanır, Orda insan kendini gökte, bulutta sanır. Yöre güzelliğini gölgeliyor noksanlar, Dünya görmüş insanım beni çok iyi anlar. Kadının sırtında yük, erkeğin ardı sıra, Sallanıp da gidenler bakmasınlar kusura. O kadın hiç durmadan arı gibi çalışır, Rahatlık nedir bilmez, sırf cefaya alışır. Erkeği de kahvede oyunla haşır neşir, Bu erkek karısına nasıl der yemek pişir? Şu doğal güzelliğe bu adet yakışmıyor, Mizan terazisinde ağırlıklar uymuyor. Daha adil davranıp, biraz çağdaşlaşalım, Güzelliklerle özdeş olup kucaklaşalım. |