TAŞIN VE GÜNEŞİN İNSANLARI
TAŞIN VE GÜNEŞİN İNSANLARI
O kadar uzak, O kadar alıngan Yırtık, pırtık, yaprakları buz tutmuş Geceleri hasret kokan üzüm karası renginde Sabah olma umudu hayli az olsa da Büyüklerimizin dizinde fukaralık hikâyeleri dinleyerek uyumuşuz… Güneşin doğuşu karanlık, Batışının karanlığında düğümlenirken umutlar Yalnızlığın pençesinde bitmeyen çile ile Daha daha anlat deyip büyükanne Geçen en haram günlerin hatrı yine de dağ kadarmış… Yokluğun kader diye buyrulduğu evlerde Biraz katıkla kara kışı geçirip baharı karşılamanın sevinci de çokmuş Aşkın da günahı zaten hiç yokmuş… Kırk gün, kırk gece Harmanda yalnızlığı dokurken kilimlere Yoksulluğun elinde bir büklüm kırılmışken Tek bir gün de olsa kusur etmedik saygımızdan Başımızın üstünde yeri var deyip, Fakirhanemize dostumuzu böyle buyurmuşuz… Sonra büyüdük taşın ve güneşin memleketinde Sıra dışı bahanelerle bir yığın hayal Gurbettin tozpembe yamaçlarında sürgündeyken Her gün önümüze kattığımız vefasızlıklarla Keşke büyümez olaydık diye diye isyan edip Asıl sancı da gençliğe tam göz kırparken koyuyormuş… Sonra yamalı, ürkek geçen ömür sahifeleri başladı Kendimizi idam ettiğimiz barut kokulu zalim seneler Ve elbet beklentilerimiz oldu hayattan Sevdalara karıştık, kirli mevsimlerde yalın ayaklarımızla Bazen yüreğimizi, ruhumuzu bir ok parçaladı Bazen de sonbaharın serseri yaprakları anladı halimizden Kavga ettik kendimizle, bin parçaya böldük duygularımızı Ayrılıklar heba etti dilsiz yollarda, su gibi aktı gitti en güzel günlerimiz Öfkemizi avazımız çıktığı kadar bağırmak isterken Bir köşeye çekilip dilimizi bıçakla kesip susturmuşuz… Hep sıfırdan başladık böyle hayattın merdivenlerini çıkmaya Kaçıncı derken neleri kaçırdık Yüreğimizi ele verdik, gençliğimizi sele Bağlayalım derken yaralarımızı bir baktık düşmüşüz dile Özlemin nasıl olduğunu bile unuttuk Fark etmedik her şeyin bu kadar ucuz erzan olduğunu Sevmenin ise sadece adını kazıdık kör şiirlere O insafsızın ismiyle demetlerce kâğıtlara Hiçbir engel, fırtına durduramazken bizi Sadece sevdiğimizin bir çift sözüyle yerimizde mıh gibi durmuşuz… İşte taşın ve güneşin insanları böyle seviyordu O nasıl şeydi öyle yıllarca beklemeye mecalimiz vardı Her şeyin bir hiç olduğunu anladığımızda Herkes başını alıp gitmişti buz bulanık yüreğimizden Sülünlerin uğramadığı dağlarla baş başaydık Ve her şey burada bitti diyerek İşte o zaman namluyu şakağımıza dayamış Hayatımızı alnının çatısından paslı bir kurşunla vurmuşuz… TİMUR İNCE (taşın ve güneşin insanlarına...) |