Ölü Geçmişin Sırıtkan Gözleri
ne onsekizinde delikanlı
ne de sebisübyanım dilimin atlasında umut çekirdeği beyazıma beyaz katmaktayım her sözcüğüm ilmek attı diğerine kızarmış ekmeği paylaşır gibi hava gibi su gibi ezgisi ince, söylenmemiş türkülerle zencefil kokulu sabrımı selamımı-sevdamı neyim var neyim yok doldurdum heybeme dumanı bol rengi gri acıları kendime sevinçleri çevreme sürdüm ruhumun atını ak süt emmişlere dokuz ay .....dokuz saat .........dokuz dakika da gelmişlere yedisine yetmişine gagası beyaz kuşlara kanadı mavi martılara toprağa suya çiçeğe börtü böceğe neyim var neyim yok doldurdum heybeye sokaklar, caddeler, evler geçtim birbirine benzer birer birer vardiya değiştiriyordu yalnızlığın sığınmacıları karanlık bir ormana akıyordu bütün ışıklar kör noktasındaydı gök kör gözün bakışında kolları elimde kaldı açılmadı kapılar uçsuz bucaksız ıssız günler sanki hapishane insandan çok gölge, gölgeden çok öfke meğerse kırmış kabuğunu güvensizlik dokunmuş sıkıntısı yüreğe çok olmuş kurtlanalı yaranın ağzı bu sıcak basması, gece terlemeleri baş ağrısı, çarpıntı hisleri bu üşüme, bu titreme herkes kendi koyağında kaybolmuş öyle bir veba ki kuşku dibine vurmuş karamsarlık tepeden tırnağa karamsarlık hangi köşeyi döndüysem bozkır yalnızlığı her adımdan sonra, biraz daha hastalık üstümüzde ölü geçmişin sırıtkan gözleri Müsadenizle |