Nereye Kadar?
Geceleri bir odada yapayalnız kaldınız mı hiç?
Kurdunuz mu siyah beyaz hayaller? Ya da korku sardı mı yüreğinizi? Ürperdiğiniz oldu mu uykunuzda? Küçücük yavrunuz geldi mi aklınıza? Durmadan nefes alıp veren hali, Göğüs kafesinin ardı ardına inip kalkması geçti mi gözünüzün önünden? Sağ ayağını bir ok gibi uzatıp, Sol ayağını karnına doğru çekerek yatışını resimlediniz mi hayalinizde? Bir başınıza, otel odasında yalnızlığın derin anlamına duçar oldunuz mu? Yoksa başınızı yastığa koyar koymaz; Sevdiklerinizin yokluğunu hissetmeden uyuya mı kaldınız? Niçin dünyadasınız o halde? Öylesine bulu mu verdiniz kendinizi bu âlemde? Hayal kurmayacaksanız, rüya görmeyecekseniz ne işiniz vardı? Ne farkınız var bir cesetten? Yiyorsunuz, içiyorsunuz, yürüyorsunuz, uyuyorsunuz, uyanıyorsunuz… Kızıyorsunuz bazen… Akıl satıyorsunuz, salvolar atıyorsunuz. Nefsinize uyan ne varsa hepsini yapıyorsunuz. Her sabah evden çıkıp, geliyorsunuz ya gerisin geri… Garantiniz var. Yarın yine aynısı olacak, öbür gün de, sonrasında da… Öyle mi? Senediniz var bu dünyada ebediyen kalmaya… Sözleşmeniz var… “Bu makine ebediyen tıktır tıkır çalışacak nasılsa…” Sıradan bir şeysiniz işte… Öylesiniz? Gamlanmadan, duygulanmadan, düşünmeden, ağlamadan, Gülümsemeden, sevmeden, ürpermeden, korkmadan, utanmadan, Hâsılı insanlığın gereğini yapmadan yaşamak… Bu yaşamak mıdır sizce? Her duyduğunuza inanıvermek, yargılamak, mahkûm etmek… Durmadan suç üretmek, suçlu aramak… Herkese dokunmak, kendinize dokundurmamak, dokunmamak, alınmamak, aldırmamak… Her güzelliği kendinizden, kötülüğü başkalarından bilmek… Başınız dik, mağrur, yaratıcı… Omuzlarda palto, kollar hafif kavisli, yürü babam yürü… Öylesiniz, öyleden de ötesiniz. Öyleyiz, öyleden de öteyiz. Nereye kadar? Evet, nereye kadar? |