GİT
dönüyorum
kısacık yolundan sevdanın elimde solgun çiçekler… gözlerimde bir kaşif hüznü ki üşümüş şiirleri, mahsur kalmış hikayeleri sırt çantasında ve yalnızlığını yorgan yapıp donmakta usuldan bir dağ başında… vakt-i ayrılık elim ayağım soğuk/dillerim lal çığ örtmüş düşlerimi… yenildim sana bedenim yara bere içinde, çok kıyıcıydı vuruşların , şimdi söz hançerleri topluyorum sırtımdan bir bir ve yanmış kuşlarını şehirlerimin… ne şiir başlamıştı oysa… ıslak bir gün düşülürken takvimlere hatırla, dilden sökülüveren tılsımı: gönder gözlerini - bakabilir misin? geceye yazılan bir şarkı gibi ağır ve ihtişamlı doğarken ay semada aramıştım belki yeniden, dünyaya doğuşumun hikmetini ta ki gözlerinin ışığında buluna dek aşkı… evet, ben seni sevmek için gelmiştim dünyaya Leyla nasıl geldiyse Mecnun için ve Ve Züleyha Yusuf’una… seni sevmenin bir ibadeti olurdu geceler boyu gözyaşlarıyla yıkanan bir özlemi büyütmeye… dönüyorken akrepler vuslatın yalancı baharına çıldırmış yelkovanların peşi sıra uçtu kalbim bir martı kanadında bilmediği o soğuk ve uzak coğrafyaya sonra yağmurlar yağdı, geçti… gökkuşakları geçti semalarımızdan… bizli şarkılar geçti, nağmeler bizli dizeler ölçüsüz kafiyesiz… sonra bir gün ayrılık çaldı kapıyı oysa mevsimlerden aşktı henüz bir kelebek sağanağı dışarısı vakt-i ayrılık hoyratça çekip aldın benden seni… acıtarak ve kanatarak.. sebepsiz... sesimi de götürdün ya avuçlarında; gücüm yetmez yolundan döndürmeye bir daha yollarım kapandı/ mazinin cinleri basıyor evlerin damına ....züleyhaaa... bağırıyor kuyularda hiç yok yusuflar… mevsim sükutta... git … ömrümün değer bilmezi… Züleyha dönemeçlerle dolu ömrün son kavşağında git, ben yalnız yürürüm cam kırıklarıyla dolu yolumda… sonuma... |