BURAĞAN BAKIŞLIM
aşkın kadırgasında.
ihtiyar bir forsaydım sanki, yıllar yılı zincire vurulmuş bir halde, küflenmiş gönül küreğini çekip durdum. tuzlu gözyaşı dalgalarını sevda yorgunu yüzüme sürüp durdum. ey tufanlardan arta kalan sevgili! şu yalan hayatımda ki, üç beş doğrudan birisin. ey tufanlardan arta kalan sevgili! namluya kurşun diye sürdün yüreğimi, burağan bakışlarınla darmadağın, edip giderken ruhumu. katran rengi bir akşam, gece rengi saçlarını, karanlık gölgeler arasından, mâtem rüzgârlarıyla savurup giderken, sisler bulvarından seslendi Attila İlhan, ve dedi ki; aldırma sakın sokak lambalarına. antik bir mabedin yıkıntıları arasında, aradım seneler boyu, yılgın, kehribari gözlerini. kör kâhinlere sordum da bulamadım, dağ başlarında kaybolan izlerini. nerdeydin, hangi çağda yitirmiştim seni? zamanın kırıldığı yerde miydin yoksa? ihtiyar bir kadırga gibi, aşkın kasırgasında, yıllar boyu savruldum, o denizden bu denize, bu denizden o denize. puslanmış düşler içende, paslanmış çiviler battı yüreğime. pusulasız kaldığım günlerde, sevda yelkenim yırtıldı, gönül dümenim kırıldı, çoban yıldızı sözlerin kaybolunca, kaldım dalgalar ortasında, dudağımda ismin kanarken. ey tufanlardan arta kalan sevgili! düşlerim Simurg olup tutuşmadan, gönül kuşlarım vurulup ötüşmeden, şu yalan hayatımda ki, üç beş doğrudan birisin. Orhan Çınar hayatın fotoğrafını çekerken, bir akşam serinliğinde yağmurlar yağarken, “aşk iki kafiyeden oluşan tek hecedir” şiirimi okuyordu ateşin hükümdarları. İbrahim, Cahit Sıtkı’nın yattığı anılar kokan koğuşta yatarken, “yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” diye seslendi Özdemir Asaf hayal meyal. sevdamızın bağında ağaçlar kesilirken, damağımda kırmızı şarabın tadı, eski bir kırkbeşlik dönüyor gramofonda, ve Tülay söylüyor “ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız” “yakamozlu gecelerde karanlık yüzler” romanını Gülbeyaz çıkarmadan önce, Mustafa Ali sustum kitabını yazmadan önce. sufi bir derviş gibi diyar diyar seni ararken, ıssız çöllere dağlara seni sorarken, bir Anadolu köyünde rastladığım, Hayrettin İvgin’le yer sofrasında, elimizde tahta kaşıklar çiğdem pilavını yerken, yediğim her lokma sensiz boğazıma takıldı. bunu biliyor musun desem de nerden bileceksin? ey tufanlardan arta kalan sevgili! bu kentin bağrına hançer saplanmadan, yorgun gülüşümü hüzün kaplamadan önce, şu yalan hayatımda ki, üç beş doğrudan birisin. şairin dediği gibi, sen ve ben, iki kafiyeden oluşan tek heceyiz. Coşkun Mutlu |