o lâl kızılı dudağınla muhürledim cancağızımyüzümü tokat gibi çarpan lodos’a zaman hükmünü vermeye niyetlenirken Azrail Moda koyuna ölüm tohumları serpiyor kalemim öznesiz yüreğim ölüm kokan gece ayazın tam ortasında 32 harf darmadağın satır aralarında ben ki senin mavi fermanın kapımın tokmağını vurur da canımı isterse sem gibi hemencik bir solukta canımı serelim yoluna yâr Marmara sakın eteğine sikme beni çiğneme hutem miskim tuzlu sularım gark oldu gecenin en dar vaktinde seni ikiye ayıran Boğaz lâl dudağın benim canımdır cancağızım o can dudakları, dudaklarıma almak bir ömürdür ömür! üzüm kızılı vuslat şarabını yudumlamak yolunda toz olmak her an Meryem’in aziz ellerinden İsa’ya yağan rahmet avuçlarım Yusuf’a boyalı cemâlinin hayali gözümün iş yurduna nakşettim bir hattat misali senin gibi aşığı ben ne gördüm ne işittim aşk evinde cancağızım kapının eşiğinde durmaktan sensizliğin sessizliğinde in/cin top oynarken Ay’ın ondörtlüsüne yarenlik yaptım yâr onunla gümüş pulların tozunu almaktayım lakin Eminönü yeni caminin avlusundaki güvercinler buruk senli cümlelerim zikretirken beyaz duvaklı kağıda kalemimin vuslata dönük yüzüsün can suyum bal çeşmesine benzeyen ağzında göz pınarlarımda su içen ürkek ceylanlara verdim su azizimi tuz mübareğimi aşk şarabını vuslat kadehinde sunan Marmara dudak kenarlarımda da tuz hakkın var bilesin gece yarısından devraldığım özlem yanığı düşlerimi Meryem’in gözyaşlarıyla yıkayıp saçlarıyla kuruttum sonra da sevda çicekleri açan avuç içine bıraktım bir soluk nefesimde Galata kulesinde Hazerfen olup şehr-i istanbul’un yedi tepesinde sevda türkülerini ilmekliyorum vakit fecr sultan Ahmed kara peçeli gecenin kimliğini yitirmeye uğraşırken ikin nefesin tam ortasında sabah ezani yerini aldı teslim oluşa giyinen şehr-i İstanbul cancağızım cemâlin olmadıkça göz çırağından bir sem oluşunun tam ahında azmettim hicranı ey seher yeli! yâr’in civarından ufacık toz zerresini getir bendenize yamalı yüreğimden gelen irin kokusunu kapat ruhum kum saatindeki kum parçacıklarının zerresindeyken Süleymanî dilim susma orucunda Haliç, şöminenin başında uysallaşan kedi misali Şems’in efsunlu gülümseyişinin hükmettiği devirde martılar zemzemim(n)i içmeyi yelteniyor mahmur zeytin gözleriyle zenci kölelerinin alınına düşüşünde közlendi yüreğim ceplerimde senli cümlelerdeki elim ayağım kırık bir kalem pas tutmuş hacıyatmazlar çorak coğrafya da ömürlük bir mülteciye bürünen zamanın güzergâhında cemâlimi kanlı göz yaşlarıma bezedim bakış oklarınla zenci kölelerini büklümü darağacımın urganını getiriyor gönlümle savaşan hicran cellâtlığıma soyunurken bendeniz yüreğimi bedenimi ruhumu kalemimi senli cümlelerimi kırmızılığımı, o lâl kızılı dudağınla muhürledim cancağızım ah! şehr-i İstanbul tam sen olma vakti cansuyum cansızım mukaddes zemzemim gordion 06/06/2011 |