Haydarpaşayı devasa yangınları omuzlarını sırtlamak mı gerek cancağızımyokluğunun yoksulluğu yüreğime umutsuz çığlıklarını bıraktı mavi dudaklarının şefkatine sığınmış kum zerrelerine vakit kara peçeli gece ayazda şems gülüşlerini üzerime çarşaf gibi örtmeye niyetlendi sonsuzluk girdabının dakikalarında ketum kalemimin lâlliği Süleymaniye döndü beyaz duvaklı kağıdın her satırında özlem yanığı ağıt sensizliğin sessizliğinin kör düğümde seni arıyorum şark ülkesinin Hicaz eyaletinde nurlu tepelerde ayak izini sürüyorum Hacer’in bedeninde zemzemi arıyorum cancağızım dua asılı bulutlara uzanıp Şemsi koynuma sen diye sabır taşlarını topladım hicrana inat varlığının huzuruyla sana koşuyorum yazıyorum. yüreğimi Âlak süresinde bıraktım sana sitem ettiğimi düşünme sakın cancağızım bir fincan huzura yetinip vuslatı solumayı öğreten cansızım saatin tik takında ki sesi canımı kasdetmeye uğraşıyor yüreğini ’yüreğim’ bilmesem çoktan unutulduğumun korkusu arifesinde bir off çeksem sensizliğin koynunda ruhum hicri-kameri ay Zihilccedeyken gümüş pulların avuç içlerinde gezinen küçük bir kız çocuğu gürül gürül akan Haliç’in başından geçmeye niyetlenen yetim kelebek hicran tozlu kanatları ağır özlem yanığı biriktirdiği düşler şehr-i istanbul’a sabah ezanları gök maviliğinin merdivenlerinde Marmara kağıttan gemilerimi vuslata yol aldırıyor maviliğinde sorgusuz sualsiz köhne binaların ardına gizlenmiş şen şakrak mahallede kız çocuğu fırınına uğrayıp yeni çıkmış taze poğaça hani en sıcağından en pişkini almalıydı seninle tarif edilmez o hazzı lezzetini yaşamalıydı maviliğinde. avuçlarında açan sevda çiçeklerine refakat eden kırıntıları serçelere veriyorum Yusuf’a boyalı cemâlin ok gözlerin gümüş pulları tam on ikiden vururken zaman geçiyor yokluğunun yoksulu ayazda düşler kuruyorum tampurlu müzik kutusunda buğday çoğrafama akan nehir yanaklarından yuvarlanıp maviliğine gidiyor şehr-i istanbul’un efsaneviliğini bir an için durdurup ism-i nâzımını oluşturan her harfi tınısını kevserle gusletti ayaz ellerinde Şemsliğini serpiştirirken bir tutam alevi alabilmek için Haydarpaşayı devasa yangınları omuzlarını sırtlamak mı gerek cancağızım mihrap kirpiklerinin ıslaklığındaki bir avuç senli cümlelerimin hiç mi hatrı yok can sızım meczup halimle Azrail’e kafa tuttuğum gülümsedi pişkince gülümsedikçe seni aradım soluğunun biz duraklarında. sen diye lodos zenci kölelerimi usul usul celil okşayışında rahmet tuzlu suyu kurak çöllerime hüzünlü yağışını izledim vakitli vakitsiz bendeniz tenini terinden ok gözlerini kirpiklerinden kıskanıyorum cancağızım sen bilmez misin ruhum akrebin kıskançlığına bürünmedi fecr vakit evlerini yolunu tutan gümüş pullarını maviliğinde mola verirken o meleksi yüreğini kime vereyim yâr kıskanmaz ki sevgili.... rahmet suyu inerken şehr-i İstanbul’a rengarenk gökkuşağını giyindiriyorum Marmara’nın maviliğinde parlayan hani soğuk gölgelerime düşen Şems’im korkumuyorum cancağızım seni kaybetmekten neden diye sorma yâr ben, sen olmuşken bendeki beni çoktan dipsiz kuyalara attım sen cancağızım can özümsün yâr gordion 03/06/2011 |
yazıyorum.
yüreğimi Âlak süresinde bıraktım
sana sitem ettiğimi düşünme sakın cancağızım
bir fincan huzura yetinip vuslatı solumayı öğreten cansızım
saatin tik takında ki sesi canımı kasdetmeye uğraşıyor
yüreğini ’yüreğim’ bilmesem
çoktan unutulduğumun korkusu arifesinde
bir off çeksem sensizliğin koynunda
..helal olsun, çok güzeldi, Yüreğine kalemine sağlık arkadaşım.