İLLÜZYON
insan bazen çok uzaktır kendine.
yabancıdır adeta sudaki yansısına. taşlı, çamurlu yollardan koşarak geçer, içinde kuş telaşı, yalpalar durur kimi zaman gök, dalgalarıyla örter üstünü. boğar , sıkıştırır göğüs kafesini. kör kuyuya düşmüş yusuf’un yüzünü yıkar durur kimsesiz yağmurlar. kayboluşun çığlıkları sessizce yırtar toprağı kuyu neresi? Kenan neresi? ben neredeyim? yılgın yolcusu ebediyetin… tren devrilir, vagonlar savrulur. saçlarından tutuşur bir akrep. akreple yelkovanın , şem ile pervanenin, gündüz ile gecenin devriyle sarhoş bir kayık sallanır durur kıpırtısız kara suyunda zamanın. evvel zaman içindedir hep. takılmış kalmış, gramafonun iğnesinin değdiği yere , bir ihtiyar… yar, yar sen de masal gibi, efsane gibi uydurulmuş muydun ? beyaz sabun kokulu mendillerin , lavanta keselerinin , dantel eldivenlerin , genzi yakan küf kokusuyla metruk odaların, geçmişin üstüne kapatılmış , ahşap ve ağır kapıların uydurulduğu gibi… ben “çok değerli bir şey”i kaybettim. yerle göğün arasında, yerden Ve hem de gökten çok uzak… sürgün bir kalp bu bendeki. avutmuyor artık kadehi- meyi bu dünyanın. çocuk mahcubiyeti ile baktığım dünya, ömrüm, gündüzlerim ve gecelerim, aşklarım , dostlarım ve sahiplendiğim aynadaki aksim ; bir illüzyondan başka bir şey değildi… gıls |
avutmuyor artık kadehi-
meyi bu dünyanın.
çocuk mahcubiyeti ile baktığım dünya,
ömrüm,
gündüzlerim ve gecelerim,
aşklarım ,
dostlarım
ve sahiplendiğim
aynadaki aksim ;
bir illüzyondan başka bir şey değildi…
aynadaki akisler, yarı oyun yarı hayal değil mi sevgili hocam..