İbrahim gibi yanmaya beş gecesen olmayan zaman diliminde kelimelerim çıplak yavandı kalem sen kadar yalnız yüreğim şehr-i İstanbul kadar kalabalık gözlerime mil çeklidi senden önce yâr kalbim en acımasız ablukasında nefere bürünürken yüklemi olmayan sessizlik özneleri oldu gül köklerini söktü alyuvarlardan gri semadaki yağmur damlalarını toplayıp köküne kibrit suyu döktüm gökyüzüne rengarenk gökkuşağını alıp bohcaladım ellerim soğuk gözlerim solgun çorak coğrafyada filizlenen ekmek arası özlemlerde düş ambarı sen yamalı yırtık bir uçurtma ben peşinden sürüklenen bir cocuk üstü başı kirli dili lâl bedenini tuzlu sularıya yıkayan gök çok uzak yaralı bir sol yan ve her bir yara irinli söksem kabuk bağlanmışlıkları kapamaya çalışsam yaralarımı öteki yanım kanamaktaydı hep kapatamadım boşluklarımı içime kefenleyim gömsem suskunluğumu tuzlu sular sobelidi yamalarımı senden önce koca bir boşluk koca bir kan kırmızıydı yüreğim gölgeli yüzüm mora boyanan dudaklarım. her bir adım uçurumun kenarında Azraille vals yaparken küçüklüğüm yürüdü hep önden önüm arkam hiçlik sağım solum uçurum. kanamalı bir gece kara peçeli şehre her taktığım gümüş pul yalnızlıkla soldu ’mim’ gibi eğildi ruhum sığamadım yerleşemedim aşkın tek hecesine yalnızlık dar-ı acun kadar büyüktü belki tanımsızdı Şems toprak parçası yoktu sensizliğimi serecek kurutacak kara bir perdeden koca bir ’ben’ düştü bana. durduğum her safta yenilgiyi gögüsledim. ye`s duvarlarına çarptım ruhumun çehresini kırıldım. incindim... avuttum yüreğimi kendimin bile inandığı yalanlarla renksizliğim, yetimliğim gebe kaldı kırık bir ayna parçasına özendim kırıldım binbir parçaya kanadım bir serçe ıslaklığıyla yüreğimden sızdı kimsesizliğim tel örgülerle çevirdim etrafımı sesli harflerimi yitirdim sessiz çığlıklarım da velhasıl! vakit ’tamam’ di sen geldin cancağızım. Marmara kokan düşlerime doğdun solmuş bir gül’e cansuyu verdin nadasa bırakılmış topraklarıma sağdırdın yağmur sağanaklarını. yüreğime giydirdiğim hicran gömleğime inat vaftizledin yüreğinin kevserinde dudak kenarlarımda kalan özlem yanığı sözcüklere inat sen oldum yavaş yavaş canhıraş çığlıklarımda yitirdiğim kalemimi yeniden hayat verdin cancağızım küf kokan yüreğimi avucunda açan sevda çiçekleriyle sıvadın hüsnüyusuflar yeşerdi zenci köllerimde ve sen geldin cancağızım sus(ma)lara kör kuyalara attım gayri. her bir nefesimde benliğimi azad eyledim kıblegâhım sensin cancağızım güzergâhımın sonu sen susuzluğum sessizliğimi feshetmeye niyetlendi fecr bir vakit de gayri ne ben ne sen yok cancağızım ’ biz’ oluyor beyaz duvaklı kağıtta cümlelerim cebimdeki hacıyatmazlar sen kokan Marmara’nın eteğinde dinmek bilmeyen acılara tuzlu suyun teskin ederken İbrahim gibi yanmaya beş gece saldım yüreğime yuva yapan kırlangıçları serabına susadım Yunus’a büründüm ’mim’ halimle sustum yâr kül oluyorum avuçlarında cancağızım aşık olmaktan vazgeçtim âşık’a döndüm yâr yalnızlığın esaratinden kurtulup ben ’sen’ olurken sen ile ben ’biz’ olduk cancağızım cansuyum gordion 26/05/2010 |
gözlerim solgun
çorak coğrafyada filizlenen ekmek arası özlemlerde düş ambarı
anlatım ve içerik harıkaydı...saygımla