YAĞMURU BEKLERKENyaz, yazgımızı yazmak istercesine yeniden, kızgın balyozlarla yükleniyordu alınlarımıza. yangın yeleli atlar kişniyordu derinlerinden vücut derelerimizin, tırmanarak kanımıza, ve biz yarıda kesip cinnetli rüyalarımızı, yine yanlış okuyorduk yanlış dualarımızı. yağmur yoktu. boğuluyorduk susuzluk sularında köhnemiş körüklerce körelmişti göğüslerimiz. nem arıyorduk dudaklarımızın ter tortularında kaçıp kaçıp gidiyordu serapta çalkanan deniz ve biz unutmuştuk su sesini, çayların ahengini gözümüzden akacak yaşa bile hasrettik hani. merhamet suları kurumuş kuyuların dibi gibi gökyüzünün yüz mendili alabildiğine pürüzsüz ve hatta dümdüz bir mavi çöle benzetilebilirdi. çünkü ateş fırınlarından durmadan gece gündüz savururdu gizli cehennem bayraklarını istediğince ve kavururdu yelin yelpazesini yellenmeden önce boşuna bakıyorduk boş bakışlarla boşalan yerine tanrının o derinliklerde. yaratan gitmişti demek kutsal tahtını terkedip kızgınlıktan biz acizlerine, ki büyütmüştük içimizdeki canavarı bilmeyerek ve kilitlenip ruhumuzun en günahkâr tuşlarına kıyameti emretmiştik modern ebabil kuşlarına. yağmur yoktu. toprak vazgeçmişti topraklığından kocaman kollarıyla bulut avlıyordu rüyalarında ve kahkahalar atarak avuçlayıp zaman zaman kök salmadan boğuyordu tohumları karnında. sonra erişilmez musonların sellerine dalıyordu ve var sesiyle bağırarak hiç nedensiz ağlıyordu. biz de umarsızdık en azından toprak kadar. çünkü öldürülenleri yıkayacak su yoktu yağmursuzluktan hep kanlı giysileriyle gömülüyordu ölenlerin tümü irinli çatlak dudaklarımızı yalayarak susuzluktan kirli ellerimizle aptes alıp salavatlar çekiyorduk. yağmur yoktu. biz ısrarla yağmuru bekliyorduk. |