BİR GÜL, BİR AĞITUzanıp da dokunamadığın o güller Gönüllü yorgan olmuş topraktan yatağına. Ey gönlü utangaç, mahzun çocuk! Bir mevsim daha uğurlandı yokluğunda sessizce. İlk kardelen buz yuvasına düştüğünde Üşüdüğüne değil de, Bebek yüzünü solduranlara kızıyorum. Ve ayrıca alıp götüren rüzgârlara Kör oldu gidişinle bahçemizdeki güller. Kumrular intiharda, ıssızlığı sahipleniyor. Hatırlar mısın nasıl yanardı yaz geceleri? Baygın kokular yarışırken uykularımızla Nasıl sürüklenirdi camdan cama perdeler! Düşürmüşsün kaçarken ayakkabının eşini. Şimdi dedenin koynunda gözyaşı seli Ah çocuk, neydi bu ani gidişin sebebi Bu düzeni, bu sessizliği yıkışın neydi? Hala duruyor mu ellerindeki diken izi? Keskin nefesi, bir kırık dal hüznü gülün, işkencesi Hala yanıyor mu canın çocuk? Ağlıyor musun hala? Boşu boşuna sorguluyoruz kendimizi. Kalıplaşmış yorumlar, hayali senaryolar… Öyle bir oyun ki bu, anlamak mümkün değil. Hiçbir şey değişmedi yokluğunla Eski tas ve yine bildiğin eski hamam Hamam dedim de aklıma geldi birden. Çaldığın güllerle kaçarken, seni hamamda saklayan Avutan, korkunu yatıştıran o hamamcı var ya Çok değil, birkaç gün sonra o da gitti ardından. Ayakkabının teki, karanfil saksısının dibindeydi. Nasıl da geçti çarçabuk zaman nasıl! Bugün çok uzaklarda, Hiç karşılaşmadığımız biri gibisin. Sanma ki unutuldu o uğursuz takvim Hayır, unutulmayacak elbette. Unutmak, bırakıp gitmektir her şeyi. Ah, o kırmızı gül! Hani hiç dokunamadığın Kökten terk etti sen gibi bahçemizi. Duydum ki; Cennet yaratmış üzerindeki tek daldan Uzat ellerini al çocuk, hepsi senin Dokun, dokunabildiğin kadar. |