eskidenŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ...dilimi ısırıp öylece susmak harcım değil biliyorsun! tenhalarda zarifce ölebilirim adını söylerken sonra unutuluruz, sonra unutursun, belki unuturum da sonra; eski bir yara buluruz, iyileştiririz önce sevinç verip, sonra tuz basarız keder için.... ’ - Böyle devam edemeyiz - Neye devam edemeyiz? - Beraber olmamaya... ’ (La Fille Sur Le Pont) ................................................. /eskiden gidenlere yas tutanlar vardı ve kalanlar ezgiler kadar yitikti/ bir kadın bıkmadan yaralarını sarıyordu ’zaman(l)a’ yara iyileşmiyordu umarsız ve çıkarcıydı merhem olmuyordu ’an’, ’acı’ mikrop kapıyordu hıçkırarak tuz basıyordu adam, kadın ’umut’ üflüyordu sızıya... ben seni öldüre öldüre bitiremiyordum örneğin incecik bir yağmura tutulup saklanırken üşümüş bir kedi gibi saçakların altına melul bir akşam iniyor, deviniyordu üzerime anlıyordun gözlerime inince adın; s/avunmasızdım anlıyordum bakınca gözlerinin içine çaresizliğini adın; s/ayıkladığım yarım bir düş oluyordu, irkiliyordum geliyordun, susuyordun, gidiyordun, yine susuyordun günler geçiyordu; kalabalık yalnızlığımızı çiğneye çiğneye bana hayıflanmak yaraşıyordu, sana en çok sevilmek… ‘memleket gözlüm’ diyordun eskiden ’gözlerinde memleketimi kucakladığım kadın!’ ’memleketimde gözlerini gördü(ğ)üm adam!’ diyordum ben... sen vatanım oluyordun, ben uzak ülkedeki gurbetçin iklim ve zaman ayrımında yitiriyordum ellerini... soluduğum nefes azalıyordu giderken sen ve ıskalıyordu beni umut, düşerken saklı bahçemden baş kaldıramamanın çaresizliğiyle can çekişiyorduk yığınla karmaşanın orta yerinde, sayıkladığın şimdi bir tek kadın! söylesene; kaç ölüm ediyordu zikredince adın ? ... fulya/şubat2011 |
:) Sevgiler Sayın Yazarım.