Garip Çoban
Torbasını sarmış belden yukarı,
Dağların başında bu garip çoban. Ağır ağır yürür, yorgun belli ki; Yetmiş beş yaşında bu garip çoban. Sabahın erinde, davar sürüsü, Ardından gidiyor mahmur birisi. Alnında çizgiler, yalan gerisi. Ekmeğin peşinde bu garip çoban. Sordum, garip çoban durdu bekledi. Dedim; “hayat sana neler yükledi?” “Hık” dedi, “çok” dedi, sonra ekledi, Döktü gözyaşında bu garip çoban. Torbayı salladı indirdi yana, Bir defter çıkardı uzattı bana. “Hepsini yazdım ben al okusana” Değneği döşünde bu garip çoban Açtım ki defteri, tutuldu dilim: “Yunusça yürürüm, doğrudur yolum, Ben de senin gibi bir aciz kulum.” Şairmiş düş’ünde bu garip çoban. Hayatını yazmış, böyleymiş her gün. Olmamış hiçbir gün hayata kırgın, Soğuktan, sıcaktan yese de vurgun Yazında, kışında bu garip çoban. Çoban değil idi dervişti sanki. Bu ıssız dağlarda ermişti sanki. Bugünlük dersini vermişti sanki Ustaymış işinde bu garip çoban… 01/2011/Konya Şiirimi "Günün Şiiri" payesiyle ödüllendiren kurula; selam, sevgi ve saygı sunuyorum |