Duvarlara işemek
Duvarlara işemek
Ne ışığın tabanı vardı ne taban astarı ne de gökyüzü kök salmıştı toprak boşuna sancı çekiyordu tohum savrulmuştu yokluğa cansuyu derin kuyulara çekilmiş gün çiçekleri solmuş başak sarısı morarmıştı hasat orağa muhtaç çekiç örste tınlamıyor ses duvarını aşmıyordu acılar kasıklar döl tutmuyordu düşük düş düşeş zarlanmıyordu bir türlü kapılar önünde bekletilenler neden beklediklerinin farkına varsalar isyan çıkardı isyan nisyana bürünmüştü oysaki açlık kavgaya sevdalansa sevda ele avuca sığmasa gelinler bir tasalansa teskere alanlar kasalansa silahlar bir sussa kavga pussa korku yarılsa portakal bahçelerinde kızıl türküler açsa biterdi bekleyişler biterdi ama ülkesiyle satılanların ağuyla yatanların sabahları olmuyordu bir türlü moldovyalı kadınlar sürülmüştü güneye karaderililer postalanmıştı kuzeye ülkesizler sırtlarına yüklemişlerdi dükalıklarını valizlenmişti umutlar açılmıştı pazarı apış arasının boğaz tokluğuna mahkum edilmişti limonlanmıştı en ince yerleri memeleri dişlenmiş kalçaları fişlenmiş göbekleri sahiplenmiş morarmıştı dudakları ayva kokulu sandıklar açılmış dantel yastıklar serilmiş nataşalar dizilmişti vitrinlenmişti insanlık sermaye ilahi kudreti uydurmuş dizginsiz şehvet kudurmuştu kudurmuş avizelenmişti renk vermeyen karanlık... eroin gözlü kahyalar sırma dişli manukyanlar altın kemerli mumyalar bal dudaklı umud tüccarları sefalar getirdiler sefalet üstüne kefalet getirdiler cehennem kazanına közleştirdiler düşleri zencefil suratlılar iç göç başlamıştı yakılan köyler şehirlere ekleniyor şehirler ülkeleşiyordu ülkeler dünyalaşmıştı çoktan sürgün yolları damar damar sarmıştı dünyayı kalburlanmıştı göze görünmeyenler nalburlanmıştı sövmeler sırta vurulan dövmeler fiyatları biçilen dönmeler azınlıklar yazınlıklar hulamlıklar gavurluklar dizildiler hedefe göçürtülenler kaynar sularda haşlanmış ıstakozlar paslanmıştı havyar masaları üstünde rakılar şaraplanmış fiyatlar hesaplanmış karlar pazarlanmıştı borsalar şen şakrak istikbal parlak kadehler kristale sesler iskele babasına dönmüştü vapurlar yanaşıyordu tersaneleri çürümüş sulara cüzzamlılar çıkıyordu inlerinden geceyarıları hayalet gemiler terkedince limanları sokaklar sidik döl ve rakı kokuyordu aşka geliyordu kahkahası çatlamışlar sevişmeyi solluyordu penceresi karartılmış odalarda mezeleniyordu zamansız öten horozların soğuk etleri kısır salyasümük yüzlerde sevda paslanıyordu ayyuka çıkmıştı dedikodular... surlar dökülmüş duvarlar bir bir sökülmüştü varoşlara varmadan verem tükürüyordu lokması çalınanlar tutkal gözlü çocuklar tinerlenmiş yataklarda kirleriyle boğuşuyordu kaderlerine küskünler cami köşelerinde cenaze marşlarında madalyalarda kahve fallarında yollaşıyor serseri kaldırımlara düşüyordu yılın ilk karı sokaklar üşüyordu sırtı açık fabrika bacaları içine kapanmış duman içinde kan kusuyordu ekmek sarrafta küskün düşkünler yurdunda yaşam suskun ölüm kol geziyordu boğaza nazır yalılar ayaklarca çiğnenmiş acem halılar halayıklar kel ayıklar sefaletten sefahat biçenler zevk-ü alemden bitkin yatlarla katlarla bir saltanat ki ayyuka çıkmıştı narası kısrakların tepiştiği harasında cennet-ül ala üstüne fetva okuyordu ekran ekran “bu devran böyle gidecek sıkı mı devr-i sefahatı devirmeye göt ister böylesi naneyi yemeye öd ister!” deyordu kaptanı derya zülfükar paşa... “sallandır üçbeş baldırıçıplağı ur ensesini kıs sesini bitsin bu karmaşa bu kaos doldur karanlıkla hüçreleri törpülensin ömür pınarları açlık greve dursun ölüm kol gezsin bana ne ona ne” dedi hürrem sultan dara gerdiler düştü başları eğilmedi kaşları eğilip bükülmedi titremedi dizleri daltonların denizleşmişlerin devir onlarınsa devirmekte bize düşer dedi karakedi önce kendisinden vede sokağın en hırpani meczup kedisinden başladı evirmeğe çevirmeğe dipten öğürmeye kustu yüzüstü bırakılmış adımlanmamış kaldırımlara söktü sırtına yığışan selpelenmiş doğuştan kara benlerini birer birer fırlattı karaboşluğa ışıklandı ışıdı kaşıdı kamburundaki boşluğu resmetti yüzüne gerilen hoşluğu yıkılası duvarlara ne o kaleleşmiş duvarlar yıkıldı nede o duvarları işemekten utandı ıkındı sıkıldı... Volkan Kemal Bu öyküsel düttürü, etrafına örülen duvarları yıkmaya heveslilere adaklanmıştır...Duvarların ötesini görebilenlere merhaba! |
"korkkunçtu duvarları
üstüne düşmeden su"
sevgilerimle dost...