Cemal SüreyaŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Adı Cemal Süreya
Neredeyse ansızın büyümüş, delikanlı olmuşuz Tuna boylarında bir Alişim misali, kızlara iltifatlar etme, "sevda sözleri" söyleme zamanları gelip çatmış,bir de Anadolu’nun sıcak bağrından koşup gelmiş bir Cemal Süreya şiiri haykırıp duruyor içimizde,dışımızda ... "Kanto’sunu" okuyoruz uluorta,yüksek sesle ..Nereden, nasıl geçtiyse ele, el yazması eksik,yanlış mısralarla, kızların gökyüzü mavi gözlerinin derince pınarlarına damlayıp: " Ben nerede bir çift göz gördümse/Tutup onu güzelce sana tamamladım /Sen binlerce yaşayasın/Benim olasın diye yaptım bunu" Güvenle,israrla okuyoruz,şaaşalı efsunlı havalara girip tantanalar kaldırıyoruz, garsonu çağrıyoruz... Garsonun adı Barba,getirdiğ bira,garsonun adı Hakkı,getirdiğ rakı... Efkârlanıp, gemileri, abaları yakıyoruz, halimiz harap,garsonun getirdiğ şarap...Ey gidi gençlik eyyy... Sonra uzun bir zaman diliminde Cemal Süreya’nın yaşanılacak büyük acılardan yılmamayı, gencecik beyinlerimize cesaret,umut aşılayan CEMAL Süreya şiirlerini okumaya başladık.. 1950 lerde Bulgaristan’dan Türkiye’ye bir büyük göç yaşanmış,iki devlet arasında anlaşmazlıklar,iki tarafın birbirlerini suçlamalar olmuş,sınır kapıları kapanmış,soğuk savaşın soğuk rüzgârları esmeye başlamış,asırlarca yüzüstü bırakılmış fakir fukaranın, sefillerin yegâne umudu olan sosyalizmin ,sosyalist sistemin günün emperyal güçlerine karşı koyabilme kaygısı düzleminde o "demir perdesi" ülkelerinde milliyetçilik hortlamış,ne bileyim,belki de dünyayı yönetenlerin,o kara güçlerin bir büyük oyunu devreye sokulmuş,dünyamızın her köşesinde şovenistiğe kapılar ardına kadar açılmış,ama Türkiye’den Bulgaristan’a her çeşit kitabın sokulması yasaklanmış, bu sebeple Cemal Süreya’nın şiirleri aslından farklı olarak,herkesler kendinden bir şeyler ilâve ederek elden ele dolaşıyordu . Taaa ki 1985 cehenneminde,müslüman azınlıkların adları hristiyan adları ile değiştirilp,memeleket kocaman bir toplama kampına dönüştürülüp,Türk’ün,Pomak’ın, Roman’nın, hattâ Bulgar’ın da bir hafıza tutulmasına mahkum edilip, 1989 senesinde milliyetçi Jivkov rejiminin çökmesine kadar... Lâkin alem yine o alem,yine göç, yine sokaklarda,meydanlarda ırkçı söylemler, tehditler,tedhişler ve Ocak 1990... Ocak 1990...Silistre şehrinin buz tutmuş kaldırımlarında,ellerinde Bulgaristan bayrağı ile binlerce yurttaşım,vatandaşım,, meslekdaşım,kapı komşum "Bulgaristan Bulgarlar’a ,Türkler Türkiye’ye" diye bağrışları,çığırtkanlıkları ile Tuna düzlüğünü çınlatırken, bir de acı haber Türkiye’den geliyor. Cemal Süreya öldü...9 Ocak 1990... Olamaz diyorumi, şimdi değil zamanı! ... "Ben nereye gittimse bütün zulumlardı /Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm/Kötülüklerin büsbütün eğemen olduğu/Namussuz bir çağ bu biliyorsun" diye haykıran,acıların cehennemini yaşamış, "kan var bütün kelimelerin altında" diyebilen hüznün şairi,"zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar" diye isyan eden, sen değil miydin ey Cemal Süreya ? Sen bir umut ağacımız iken, bizi böyle yüzüstü koyup, ölümün sükutuna nasıl sığınabilirsin? Olamaz diyorum, irkiliyorum, çaresizliğin çıkmaz sokaklarına yine o byük şiirin şairi Cemal Süreya geliyor yorgun parmaklarının arasında yorgun sigarasıyla...Sen olsan ne yapardın ağabey? Ve birdenbire o barbar akşamlar sabaha dönüşüyor,terlemiş gibi duruyor buz tutmuş kaldırımlar, buzlu kaldırımlarda gözünü millyetçilik büürümüş bir faşizan isteriyle düşmanca çığlık atan, feleğin oyuncağı o aldatılmış kalabalıklar bir çocuğu andırıyor ve o gün bu gün yazmaya çalıştığım şiirin ilk mısaralarını mırıldanıyorum sessizce: "bir çocuk geçiyor terli kaldırımlardan sabah sabah kül rengi ışık salvosunda kaybolmuş gözleri adı cemal süreya" Galip Sertel
"Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı"
Cemal SÜREYA bir çocuk geçiyor terli kaldırımlardan sabah sabah kül rengi ışık salvosunda kaybolmuş gözleri adı cemal süreya kahvaltısı dağılmış dört bir yana" Anadolu şiiri" güneş taptaze doğuyor çiyli tepelere, "aşkı haraca bağlanmış"kızlar kale duvarlı evler sisli yalnızlıklarında bir cemal süreya aşkı bekler tüfekler iyi niyet bağdaş kurmuş düzyazı suskunluğunda sığ sular yollarda jandarma ,eşkiya kahvaltı sofralarında bir cemal süreya arar sen ki yersiz yurtsuz edilmiş göçebe çocuğu damağında döllenir tadı yol kavşağı kahvaltıların hasbelkader yudum yudum yaşadın savrulmuşluğu ve hsım düşlerin gelir "Yırtılan ipek sesiyle" peyderpey gelirler otururlar sofrana sefil sefil çilesi dolmamış evlerden yıkılmış çadırlardan gelirler "Afrika dahil" beklediğin "geniş zaman" uslanır telgrafın tellerinde kalk gidelim Necibe "vakit var daha" deme kalk gidelim geç kalmadan cemal süreya şimdi geçer buradan... Galıp Sertel ] |