Kızlarağası Hanı İzmir...
Ellerim ceplerimde yine dolaştım,
yalnız sokaklarda... Nereye ne için gittiğimi bilmeden, nereye gitmeliydim, ne için, neden yalnızdım? Hangi fırtınaya tutulmuş, bir geminin yolcusuydum sallanan? Neden hep geçmişi yaşıyordu ruhum? Neleri, nerelerde kaybetmiştim? Neden bir anda eski kitapçılarda, çarşılarda bedestenlerdeyim, Neyi arıyordum bu bedestenin, eski yollarında taşlık kuytularında? Bir anda tutsağı oldum, bedestenin kesme taşlı, eski yollarının... Kim bilir kaç hayat, bu kesme taşlı yollardan, gelip geçmişti? Kim bilir kaç kişi, bu izbe kuytularda, hayat eskitmişti? Bedenlerinden kaç uzuv, onları terk etmişti, gözlerinden başlayarak? Kimisi yakını göremez, kimisi de uzağı. Eski kitapçılarda; kaç kişinin destanları, pırıl, pırıl camların arkasında; okunmasını bekleyen hayatlar. Buram, buram kahve kokularını, kaç kişi duyamaz olmuştu, bu koca sahanlıkta, yılların onca çilesi karşısında? En eski bedestenlerden, biri bu “KIZLARAĞASI HANI”. Kim bilir ne hayatlar, ne sevdalar yaşanmıştı, o yanık yağ kokularıyla, aydınlatılan koridorlarda? Kaç kez kaç nefes alınmıştı; yâri, sevgisi, sevgilisi kolundayken? Acaba bu gün gibi okunuyor muydu, geçmişte yaşamış yazarların, büyük sevdaları, aşkları, şiirleri? Ne değişti ki şimdi, unutulmamış aşklar gibi, yeniler yaşanmıyor mu, tüm acıları tüm riyalarıyla, kavgalarıyla? Ne hayatlar yitirilmişti bu kuytu odalarda? Şimdi hür müydü ki, mutlumuydu insanlar, bu koskoca evrende, bu en eski bedestende? O da bir gün buraya gelmişti, belki de burada bir sade kahve içmişti. onu burada hiç görmemiştim, şimdi de göremiyorum; ama ben, bir sade kahve içiyorum onsuz burada. Mustafa Yılmaz İzmir |
bizim yorgancı meslektaşlar şarabına yorgan dikerlerdi
sanırım düzenlenmiş bana göre eski gizemi kalmamışdır
modernliği sevmiyorum
güzeldi saygılar