Sen
ılık meltemlerin yuvalandığı bir vadiden yükselir gibi
yorgun yediverenleri doyuran bir rüzgarsın sen yüzün hüznündür saadet saatlerin bana ayarlı ahuzar tılsımı bozulmayan bir şubat ayazında esmerleşen yağmurun gölgesinde uyuyan efsunlu bergüzar nefesin okşuyor hasret ezgilerini gecenin kollarında amansız dillenişle bir çırpıda boy veriyor siluetin ıslak yastıklara bıraktığım rutubetsin sen gayyalardan su içtiğim hicrana katık közleri harlayıp soğuttuğumsun sen baş kaldırmayan yegane asiliğime kilit gözlerimden doldurduğum bulutlardan yağansın sen dalgın düşlerimin içinde kuduran iştah umutsuz bir açlığa adanan yemin ölgün şafakların renginden aşırdığım türkü hercai ateş böceklerinin narinliğinden öte göklerden gözlerime çizilen gökküşağısın sen "su insanı boğar ateş yakarmış ya" yabancı gelmiyor tenime bıraktığın yanık gittikçe ağırlaşan bir yükün kederli hamalıyım sana senden vicdanlı bakan ömrümün yarım yıllık göçmeni haziran kırlangıcımsın sen bir yeminin külli gerçek teninde varlıkla yokluğun keskin ucundaki dengede... serseri ruhuma üfleyen pervane.. dilimin döndüğü tümcenin en yalın hali.. bildiğim en doğru kelimesin sen en derin ağrıları büyüttüm esmer hüzmelerden sızan ışığa ram olmadan var olandan vazgeçtiğim kıble-i nigahında seccade açıp en onmaz düşlere dua da kıyam durduğum düşünün soğukluğunda kaskatı kesilmek miydi kaderim yoksa ısınmak mı ruhumu dağlayan cehennem ateşisin sen Faruk Civelek |
gönül sesiniz susmasın...
nicelerine