****İstanbul Keyfimde...öyle zaman olur ki ne vakit İstanbul dense bir aşifte çığlığı kesilir zaman bileti elimde ve en ahlaksız küfürlerin acısı sürülür dilime yanarım alev alev korsuz ateşlerde bazen harcanmış saydığım gençliğime akla ziyan çılgınlıklarıma bazen de hey gidi günler der geçerim bakıp kadehdeki dudak izime velhasılı kelam, kırık ta olsa belirir bir tebessüm şimdi olduğu gibi dudağımın kıyısında yanık dilimin ezgisinde söver gibi ağız dolusunda... hangi denizin tuzu tenimde kurumuş ta izleri giysime bulaşıp iz bırakmış sa, yıkamam dokunulmaz tabular gibi varsın kalsınlar üzerimde taşıdığım bunca ağırlık arasında daraları ne ola ki gözlerimden geçen bulutlarda bile yok nemin yükü böylesi boşalan şişesinde olmadığı gibi şarabın rozesi... kaldırım taşlarını ıslatan başı boş sarhoşluğum kaydırmıyor zamanı boylu boyunca izlediğim sokağa, nasıl tuttuysam kadehi artık elimde kan damlaları koşuyor elimden son sürat caddeden geceme birkaç cam kırığı tutunmuş tenime seyirde ısrarla bırakmıyor beni bitmez geceye öyle tatlı ve tarifsiz bir acı var ki şuan içimde, gelmiyor "acının tatlısı da olur mu hiç ?" demeye çünkü bunu hissediyor olmak bile değer gülmeye... Şimdi canımın içi, yeni bir kadeh alalım yeni bir şişeyle vuralım İstanbul’un dibine olduğu gibi her defasında son dediğim gelişime körkütük olup dağıtalım gönlüm seninle "çekilmiyor kahrın başka türlü senin " diyerek sükunetle uğramışken koynunda her tür tecavüzlerine gömüp anılarımızı en bildik kuytu köşelerine atıp ruhumuzu küreksiz bir sandala salalım Kurbağalıdere’ne bak gör nasıl da mühtehzi bir gülümseme belirecek şenlenecek Moda açıklarında çakan fenerin yüzü de böylece... şaşkın etmişsin martılarını bile şaşmaz bakkalların olduğu yerde üç/beş kırıntı uğruna tuhaf feryatlar içinde zorlanıyorlar denize pikede bir tek denizin yaşlanmıyor senin hayret, üç/beş çizgili yansı var sadece suyunun yüzünde kesik parmaklarım gibi kırmızı Sultanahmet’in minareleri sanıyorum ki görünüyorlardır karşı kıyıdan gecenin matemi gibi yüzüme vuran yansıda gözlerimin laciverti aynaya da gerek kalmıyor aya baktıkça parlıyor her yanımda ömrün acı çötelesi* pervaza tutturduğum rüzgar bile aşka geldi dönüyor poyrazdan lodosa, esintisiz bunaltıda çakırkeyf başım gibi birkaç balık parladı yüzeyde, onlar da bizden sanırım bu gece uçak ışığı da görüldü yıldızsız gökte az önce nereye gittiğini bir o biliyor, yolcusunu bekleyenler bir de ya bize sorsalar gönlüm bilirmiyiz sence... dur ! sigaranın ateşi düştü eteğime bir delik daha eklendi gönül giysime gel de bir kadeh daha devirme bunun şerefine gezintiye devam kadehlerde İstanbul şehrine böyle çekilir oluyorsun masamda, kadehimde, şişemde mezelerim, sigaram ve kül olmuş yüreğimde yakamayan ateşinlesin şimdi keyfimde... *kiraz çiçeği* Gönül Ersin 4.7.2010 İstanbul (*ÇÖTELE, (cefe/e’den). Bir tehlikeyi belirtmek amacıyla dikilen işaretli değnek. kaynak:2-cilt:5.) |
Dilerim gönül pınarınız hep çağlasın. Tam puan Bilal Esen