Hıttin
HITTİN…
Selahaddin Eyyubi’nin aziz hatırasına ve yiğit, şanlı askerlerine... * Zâlimlere! Korkun. Zira o gün başınıza geldiğinde Korkmaya vakit bulamadan Öldürüleceksiniz hepiniz… Çok zaman önce... Sıcaktı. Çok sıcaktı… Nefes almak bile zordu. Ağırdı yükleri, sanki kocaman Bir koç bağlıydı sırtlarında her şövalyenin. Zırhlar, kahrolası şeyler. Savaşırken koruyordu evet, Ama taşıması hiç kolay değildi… Giderek daha da ağır geliyordu. Hele susadıysanız, kuruduysa, Çatladıysa dudaklarınız, Kanar fena, yanar içiniz, Kararır gözünüz… Değer miydi? Bunca yüke, eziyete Diye düşünmemişlerdi hiç? Taberiye gölüne bir varsalar Susuzluklarını gidereceklerdi Ve diledikleri gibi yıkanacaklardı Kim karışır hem? Ne bitmez yolmuş şu Seforia yolu. Kahretsin. Ne bitmez azapmış bu… Taberiye nerdesin? Biz yürüdükçe bizden kaçar mı oldun yoksa? Ne kastın var bize? Diyordu şövalye Michael içinden. Bir saatlik yoldu oysa topu topu… Keşke ikna edebilselerdi kralı, keşke. Ama dinler mi hiç? Anlamaz ki laftan. Tam bir baş belâsıydı kral Guy of Lusignan . Ya Selahaddin ve ordusu? Raymund of Tripoli akıllı adamdı aslında, “ bizim için bir felakete, kendi ayaklarımızla gidiyoruz, ” Dediğinde desteklemeliydi onu. “Nasılsa öleceğiz. Daha başka Ne kötülük gelebilir ki başımıza?” Ama kral Raynould of Chatillon öfkeden kudurunca, Kimsede itiraz edecek cesaret kalmamıştı. Alçak adam, kana doymaz, eğlenirdi can alırken. Bizim kralımızda uyuverdi hemen ona… “ Tanrının düşmanlarını yok etmek için, Büyük bir fırsat var bugün elimizde. Ve sizler tanrının askerleri, Büyük bir kahraman olarak anılacaksınız. Evlâtlarınız gurur duyacak sizinle Başları daha dik gezecek kadınlarınız, ” Diyordu Raynould of Chatillon İnsanları coşturmayı iyi beceriyordu doğrusu… Hava değişti birden, azaldı sanki sıcaklık, Bu tepeyi de aşabilseler, göl karşılarında olacaktı. Şövalye Michael anlamıştı bunu, ılıklaşmıştı hava. Meltem taşımıştı suyun kokusunu. Dudaklarını ve yüzünü yalıyordu rüzgâr, Atı bile neşelenmişti sanki… Haçlı ordusu perişan durumdaydı, Nihayet göründü gölü Taberiye’nin… Ama oda ne, olur şey değildi bu. Selahaddin ve askerleri, çevirmişler gölü. Tanrının düşmanları, ne alçaklardı hepsi. Bir kuyuya koştu Michael, peşinde birkaç askerle. Bir umut yapıştılar kuyunun ağzına Umutları söndü hepsinin, yığılıp kaldılar dibine. Taş ile doldurulmuş ve kullanılmaz hâldeydi kuyu. Diğer kuyulara koşan askerlerde aynısını gördüler. İsyan ettiler, sinirlendiler, ağlayanlar oldu içlerinde. Herkes küfrediyordu şimdi kral Raynould of Chatillon’a. Müslüman esirlere işkence yapardı saatlerce Günlerce sürerdi çığlıkları, yalvarırlardı ölmek için. Hacılara da acımazdı, kervanlarını basar, Çoluk çocuk kim varsa kılıçtan geçirirdi. Acımazdı hiç, kadınlara bile acımazdı. Böyle kudurmuş bir katildi o. Şimdi de onların ölümünden sorumlu olacaktı… Göle ulaşmak zorundaydılar… Krallar toplandı, komutanlar toplandı. Orduyu yarıp göle ulaşmayı düşündüler. Kötü bir fikirdi bu, zaten çok yorgunlardı, Hiçbirinde savaşacak hâl kalmamıştı… Hıttin tepesinde kamp kurdular o gece… Ramazan ayının yirmi yedinci gecesiydi. Kâdir gecesi… Bin aydan hayırlıydı bu gece… Mücahidler sırayla aldılar abdestlerini, Saf saf durdular namaza, yürekleri birdi… Sonra çevirdiler Hıttin tepesinin etrafını, Öyle sessizce yaptılar ki bu işi, Bir nöbetçileri bile duymadı seslerini. Yorgun haçlı ordusu derin uykudaydı… Güneş doğmak üzereydi. İlk şövalye Michael uyandı uykusundan, Ve ilk oku da o yedi başına, gözüne saplandı ok… Ne olduğunu anlayamadan bir kargaşa başladı, Silahına bile sarılamadan öldü askerlerin pek çoğu. Nasıl bir vaveylâ koptu ki, kıyamet sanki. Bazı askerler ve şövalyeler göle koşmaya başladılar Ulaşamadan boğazlandı hepsi, koyunlar gibi… Doksan yıl önce, Büyük zaferlerinin ardından Büyük kibirleriyle, gururla Filistin’e adım atan askerlerin torunları Sürünüyorlardı şimdi yerlerde, Kanlarında boğulmaktı kaderleri… Canları pahalı olanlar esir düşmüşlerdi. Kimsenin aklında yoktu böyle bir son. Michael’de esirler arasındaydı şimdi… Krallara ne olmuştu acaba? Canları cehennemeydi hepsinin, Zaten bu hâle düşmelerine Onların açgözlülüğü sebep olmamış mıydı? Bozgun büyüktü… Takvimler bin yüz seksen yediyi gösteriyordu. Tam seksen sekiz yıl sonra, yenilmişti Franklar. Kudüs’ü aldıklarında dedeleri, Direnişle bile karşılaşmadan hem de, Ortadoğu Müslümanlarının bir ordusu bile yoktu… Ama kaderi değişmişti Filistin’in Talih Müslümanlardan yanaydı artık… Önce Şâm emiri Mahmud Nureddin, Ardından halefi Selahaddin’in önderliği Hıttin zaferini kazandırmıştı onlara… Hıttin ne kara bir gündü. Öyle not almıştı Michael günlüğüne… Haçlı krallığı çöktü kısa zamanda, Ve Kudüs, kutsal şehir, mübarek diyar. Ekim ayının ikinci günü, aynı yıl hem de, Hiç kan dökmeden geçti Müslümanların ellerine. O gün miraç gecesinin de yıl dönümüydü. Çifte bayram yaptılar Kudüs’te tüm Müslümanlar… Ertesi gün Kubbet-üs Sahra’nın üzerindeki büyük haç, Hilâlle yer değiştirdi ve ilk ezan okundu… Yıllar sonra, taşı toprağı dindirdi hasretini. Michael tedavi edilirken izliyordu tüm olanları. Binler namaza koşmuştu, Her yerden dua sesleri yükseliyordu… Hıttin ne güzel bir gün hediye etmişti Müslümanlara. Mesuttu Filistinliler, yıllar sonra ilk kez, Gururla geziyorlardı sokaklarında Kudüs’ün. :ok şükür, çok şükür Allah’a ,diye dua ediyorlardı Ve Selahaddin’e şükranlarını sunuyordu tüm halk… Altı asır rahat yaşadı Müslümanlar, Ve onlarla beraber tüm Kudüs halkı... Allah Selahaddin ve askerlerinden razı olsun. Amin, amin, amin, ya mûin… 03.46 – 10 Temmuz 2010 - İstanbul * Mavi Marmara Gemisi Şehitlerimize Armağan Edilmiştir... |
ve sen bunu cok guzel basarmisin Neyzen usta, bu cok ozel bir calisma