BELDE-İ TAYYİBEBir bakışın ufkunda silûet hatları Sonsuz noktalar birleşir İstanbul olur Tarih bir gencin not defteri yazılan çizilen Zaman tarih kırıntıları not düşülen Damlasa Boğaziçine yakalar şehir hatları. Seslenir Davut’un Süleyman’ı temaşalıktan; “Güzel belde neredesin? Kime hediyesin? ” Zülkarneyn kurtarır esaretten Karadeniz’i Altın boynuzlu şâh-ı su süzülür tahtından Kavuşur tüm sulara Kaydefe bağırır “Poseydon kim? ” Vaktin hâzır ve nâzırı elinde hikmet-i Hüda Ölü balık canlanır bir kayalıkta, Yuşa çıkar dev dağına. Sur çeker Kostantin muhkemdir Bizantion Su çeker dolar sarnıç Yerebatan Melike Heleni arar Meryemoğlu’nu Emanetleri alır gelir kırmızı tuğlalı şehre Tutmosis duyulmasa da bu diyarda Dikilitaşlar dikilir At Meydanına. Hendekten bir kıvılcım sıçrar müjde olur güzel beldeye Zaman döner devran döner fener döner kıbleden Ay hilal olur kandil olur aydınlatır öteden Pazaristan olur sefer olur Dıhye-i Kelbî’ye Makber olur bir meşelik Ebu Eyyub’e Mihrap oyulur minber koyulur Arap Camiine Çağrıdır İbrahim Havvâs’a gel diyen Ayasofya’da edilen bir dua, yalnız bir azize... Kır atlı süvari yaklaşır hızla aşılır surlar Kılıç tutsa da eller sadırda amannâme yazar Selim uzanır hadimü’l haremeynliğe En sevgilinin kokusu taşınır taşınır kırk bohça ile Hasan Can ağlar sekizi yüz ile çarpar Bir çıban bir cihangir yıkar Nakkaşlar nakşeder sağanlıklara gönül süslerini Kubbeler bezenir kandiller yanar Mahyalar mayalanır iki damla yağ ile Kav çakar aydın olur her yan Gece hangi gece bayram hangi bayram Hafız Osman varak varak hat olur Kalemkeşler yaprak yaprak kat olur Mushaf’a Ankaravî şerh düşer mesneviye Galata’da Şahideler şahittir baş ile ayakta Kemankeşler peykan takar çekilir yaylar Ok dolaşır dünyayı Nişantaşı İstanbul olur Renk düşer suya lale ebruda hâl olur Dolanır Barbaros yelkenler fora Leventler çekin kalyonu pâyitaht rota Sözler aşka gelir İstanbul’da aranmaz nota Kamışlıktan yol bulup gelse kamış ney olur Neyzen kapasa aşiyan perdesini Aşiyan âşikar, İstanbul neva olur Takılsa Farisî bir notanın ardına nay olur Düşse gönle Arabî levha Hayy olur Kalkar sürreler sa’y olur Od düşer sahaf baba Aşkî olur Gelse vahşi yahşi olur, mızrak dönüşür mızraba. Yol açar kebuterler suhuf suhuf konar çarşıya nadide Ali Emirî alsa onu sahaflardan silse tozunu Toz mürekkep, mürekkep Divân-ı Lügatî Türk olur. Başbağlar Bağlarbaşı, toprağa değer kademi Çamlıca kıyama kalksa rükûa varır şehremini Üsküdar secdeye kapansa, kapanır mesafe Süleymaniye oturur tahiyyata büker dizlerini Selam verir kâtibiyana İstanbul nâmına Utanır sıkılır kapatır secde izlerini Kubbeler kaldırır başını küçüğü büyüğü Mahzunca büker boynunu süzer göğü Minareler daha da uzatır ellerini der “affet âdemi” Yan yana geldi hep ezan çan hazan Gönüller yaza ermedi mevsim hep hazan Yapılmadı İstanbul pişirecek bir kazan. Döşenir taşlar adı Sinanî olur mimarinin Ziyafettir ziyarettir kula kuşa Barok çizgiler püsküldür Mecidî fese Zerafettir kuşanılmış bir tennure Bir aba hırka, bir sikke, bir ferace İçilen bir sebil, giyilen saklı bir zaman. Açtık besmeleyle içtik kana kana bu sebilden, Eyleriz sahibü’l hayrata candan dua gönülden. Ey İstanbul! İmarcın, ihyacın bol ola her devirden, Mamur ol, şenlik ol ebediyen. Abdülkadir Kalay |
sanırım bu şiiri ezberleme zorunluluğu hissedeceğim
saygılarımla