HERA YA
Tanrı sormadan alınca babamı benden,
anladım... bütün içinden prenses geçen öykülerin düzmece olduğunu. oysa gençliğimi ben dizlerine yatırmıştım; öpüp beni prens yapmasını beklediğim prenseslerin. Topaçlarım vardı. allı pullu rengarenk topaçlar hepsini babamın aldığı, telden yapılmış direksiyonları ile tahta arabalarım çalıp güpegündüz gökyüzünden, taşıyorlardı ağır kanamalı hayallerimi. ben hiç büyümek istemedim ki , gösterin bakalım hani evraklarınız, hani imzam ? ben mi inandırdım kendi kendimi kaderleriniz olduğuna ? köşe başlarındaki kestanecilerin ben mi düşürdüm kasketini banane kellerse, simitçi tezgahlarının üç ayağı varmış. mısır tarlalarının emekçilerinin teri kaynarmış mısır arabalarında, banane ! hepsini çaldınız gökyüzümün. yerli yersiz gözyaşlarımla ıslatıp, siz astınız beni yeryüzüne, omuzlarımdan yakalayıp. Ben alfabede gemiler aradım kurşun kalemlerimle tarayıp yoktular. yanık koktu saçlarım. duvarlarımı boyadım renklerinizin üzerinden aşıp üstüm başım kırmızı kırmızı, aşk rengi aşka muhtaç olanların rengi kırmızı. ÜŞÜYORUM.... hadi gir koynuma Hera, sen aşka inandırdığında İzmir di adı dönmemişti Efes harabeye Lidya lılar atmamıştı dünyaya en büyük kazığı ruhum saksıya hapis edilmiş bir spati yapraklarımı say bak temizleme sakın bırak. beni alnı kirli bir çocuk kirletti boğaziçinde bir balık lokantasının taşlarına oturmuşken, oturdu içime elleme ne olur, kalsın Hera sen sadece saksılarımı boya beyaza, kahve rengime inat keyiflerle hayallerimi bulmak için atladım ben denize kuş tüyünden serin şimdi Ege yüzüldükçe, tüm geçmiş hikayelerimden sarkıyor etlerim öpme ! dudaklarını kaybedersin, mühürlü denizlerimde. daha fazla yaklaşma, koynumda kal Hera , çalakalem kal. |