SON İSTASYON
Bir yolcu bekler bu son istasyonda
Bekleşir ardında bir sürü seven Ağıtlar yakılır Dualar edilir Hazin hazin sallanır mendiller Bir tiren kalkar bu inilmeyen istasyondan Bir ağıt Bir çığlık Bir hıçkırık sesiyle Gider sonsuzluğa doğru nazlı nazlı Bomboş kalır Ufka uzanan eller Gözyaşlarıyla yıkanır mendiller Bir rüzgâr eser deli dolu Yağmurlar yağdırır En kuru pınarlardan Alıcı kuşlar gibi Döner bir kara bulut Kara bulut yüklü Kara bulut sancılı Nelere gebe kim bilir Akıbet ne gösterir Gazap ve rahmet yan yana Bir film şeridi canlanır Canlanır hatıralar sisli bir perdede Ve dedirtir ki insana Tavana dikilmiş donuk gözlerin lisanıyla Meğer neler de sığarmış Kısacık bir ana Kar düşer mor dağlara Çığ düşer yüreklere Yaprak yaprak ağlar ağaçlar Solar soğuktan ayazdan Yemyeşil kırların rengi Kurur çiçekler dallarında Adı nedir bu mevsimin Ne vakit gelir bilinmez O geldiğinde titrer korkudan Ne varsa yer yüzünde Bükülür beli zamanın Tutmaz olur dizleri Son nefesini verirken güneş ufukta Kararır gökyüzünün O masmavi gözleri Bir yolcu bekler bu son istasyonda Bekleşir ardında bir sürü seven Gözler yaşlı Yürekler buruk Sözler boğuk Açılan şu kapıdan girilince içeri Artık her şey biter faniliğe dair Aslında yeniden başlar çok şey Hayat Acı Korku Umut Ve sair Gidenler gider Dönmez bir daha geri Bir fasıl sonra Gidenleri özleyenlerin ardından Yeni yolcular bekler Hiç bir yolcunun inmediği bu istasyonda Buluşmak ümidinde yeniler Önden gidenlerle Donmuş bir zamanda Bambaşka bir mekânda Çok uzaklarda buralardan Çok uzaklarda Ötelerde Maverada 18.03.2010 / ÇORUM |