kabahatli bir çocukluğa susmalar şimdisiA. Murat OĞUZCAN’a silinmiş bir hafızayı kuşatan sesler ilkin ardından su dökülmeden uğurlanan /beyazlar içinde baba getirir akla, sonra bir cibinlik dolusu sıtmalı hüzün. solmuş siyah beyaz fotoğraflar renklenir; harnup gölgesi bile kesmez ırgat kadınlarının yorgunluğunu, sarı sıcak ağıtlar avuçlarında toprağa vurur isyanını dullar. insan geçmişinde bulamayınca umduğunu şahmaran oluyor eskitilmiş yıllar çocukluğa bile dönülmüyor büsbütün. yanık bir kokuya içlenir gibi -mesela reyhan- usul usul bir çocukluk kabahati anlat bana, şöyle gözyaşlarımıza yara bandı olsun, bir ırmakta boylar olsun, mutfaktan aş çalar olsun, kınalı serçeler yaşar olsun, gövdesine not düşülmüş koca bir okaliptüs olsun. bu kirli gökkuşağı midemi bulandırmadan, bütün suçumuzu yıldızlara satmadan, ergen çağımız tren raylarına uzanmadan usul usul bir çocukluk kabahati anlat bana. susturuyor biliyorum bu koku/ bu tren sesleri/ bu yıldızlar… susturuyor biliyorum çünkü tereddüt ediyor yetimlere aşık olurken kızlar! ve yine bilirim turunç dalından çelik çomak her kadına şiir yazmak olmaz! gel gör ki hüzünlü siyah beyaz çocukluklar mutluluğa firar etmek için/ ucunun nereye çıkacağı meçhul tüneller kazıyor. sıkıştırıyor bıyığımızı dişimiz bir gölgede, akşam olmuş, yıldızlar kabahatli çocuklar gibi susuyor. reyhanların ekildiği dibi delik kazanlar yok bahçemiz gayrı beton. şehri; fenalaşanlara koşturulan limon kolonyası kaplıyor, haklısın bu çocukluk kabahati hiçbir mutluluğa sığmıyor. |
yaralar kanar
gittikçe ırar mutluluk:(
bu bir his; hayatın içinde yol alırken, varmak istediğiniz menzilden uzaklaştığınızı farkedersiniz
bu bir his, bir yük, ağır...
insan kendini kandıramayacak ve dünyanın saadetine ikna edemeyecek kadar zeki olduğunu farkettiğinde sığınır şiirin koynuna...
bu da tesellisi işin:) her zaman bu kadar koynuna almaz insanı şiir...
Tebrik kifayetsiz.