kadın, sis ve hırsızI. zincire vurduğu düşlerini simgelercesine, hep topladığı; uzun, siyah ve düz saçları vardı. tuhaf bir korkusuzluğun eşliğinde iri gözlerini çevreleyen gür kirpiklerinin arasından umarsızca savurduğu ifadesiz bakışları; bembeyaz tenine tezat kopkoyu bir karanlık yayıyordu yüzüne. kendi bile hatırlamıyordu artık taş perdelerin ardına sakladıklarını. belki onu korkutamayacak kadar derinde kalmıştı hatırlamadıkları, belki de bu yüzden, anlamsızlığa anlam kazandırıyordu karanlığı… korkmuyordu. çünkü ne bir ses işliyordu ne bir damla ışık giriyordu, yılın her anı geceymiş gibi uyuttuğu; duvarlarının ardında sakladığı küçük kızın odasına. öyle sıkı örtmüştü ki üstünü, hiç üşümüyordu ruhu. iki yanından akıp gidiyordu hayat ve o karışmıyordu hayata. akmıyordu. duymuyordu. görmüyordu… yalnızca duruyordu zamanın ortasında. II. her şey yerli yerindeydi. her şeyin yerli yerinde olduğuna dair hiç sarsılmayan inancı, aniden bastıran bir sisin yoğunluğu karşısında titremeye başladı. inancı titredikçe, odasında uyuyan kız titredi. ne vardı sisin ardında? ya bu duyduğu ses neydi? korkmalı mıydı acaba… tüylerini ürperten o yoğun sisten ayırıp gözlerini, kıza baktı usulca. hâlâ titriyordu. yoksa üşüyor muydu? üstü kalındı ama…hem uyanmamıştı da. o zaman neden huzursuzdu? neydi içini saran bu duygu? binlerce soru işareti dolanıp duruyordu kafasında. bir yandan soruyor, bir yandan düşünüyor, bir yandan da geldiğini hissediyordu onun, giderek yaklaşıyordu ayak sesleri. yaklaştıkça huzursuzlaşıyor, gözlerini açmaya çalışıyordu bedeni. ruhu kıpırdandıkça aklına düşüyordu unuttukları, hatırladıkça biraz daha yaklaşıyordu o. ve o yaklaştıkça biraz daha uyanıyordu düşleri… peki ya kırılmaz zannettiği zincirleri? yıkılmaz zannettiği taştan perdeleri? III. genç kadın böyle sorgulayıp dururken hücrelerindeki değişimi, dağılmaya başladı önünde beliren yoğun sis. sis dağılmasına dağılıyordu ama karşısında duran, belli belirsiz bir siluetti hâlâ... öyle bir yürüyüşü vardı ki; attığı her adımda, rüzgârlı bir kapanışla ardında kalakalıyordu hava. yaklaştı. yaklaştı. gözlerini dikip kadının gözlerine ruhuna baktı önce. çekip aldı tokasını saçlarından. ipeksi bir dokunuşla sevdi kadının omuzlarına dökülen düşlerini. kadın; sen, dedi...sen... belli belirsiz parmaklarını kapatıp kadının dudaklarına, susturdu karşısında çırpınan yorgun serçenin yüreğini. "ben" dedi, "bir hırsızım...kendimden çalıyorum her gün". şimşek gibi çakıyordu bütün sözleri. sözlerine katıp sesinin rüzgârını, yıkmaya başladı birer birer kadının taştan duvarlarını. karanlığın içinden bir müzik sesi geliyordu. daha önce hiç duymadığı, iliklerine işleyen bir melodiydi bu. Eva’ nın toplanmış çocukları eşlik ediyordu hırsıza. içindeki kızın, artık titremediğini farketti kadın. üşümüyordu. korkmuyordu. ve hiç utanmıyordu çıplaklığından ruhunun. aksine; inanılmaz bir huzurla seyrediyordu ilk kez gördüğü kendisini... döndü ve adama baktı sonra. "ben" dedi, kadın "ben kaybettim herşeyi". "sen" dedi, adam "sen, kalbinin hırsızı yaptın beni". 12.06.2007 |
Güzel bir şiirdi.